Değerli dostlar. Geçen hafta, Hasan Epirden’in yazısı altında bana getirilen eleştirilere cevap vermeye çalıştım. Bundan sonra voleybol oyunuyla ilgili görüşlerime dönerim diye düşünürken, Melisa Elmacıoğlu’nun yeni eleştirileriyle karşılaştım. Yanlış anlamalara neden olmasın diye yanıt vererek, bu defteri kapatacağım. Çünkü hem lastik gibi uzatmanın bir anlamı yok, hem de ben bildiğim konuları yazmak ve tartışmak istiyorum.
Bu arada eleştirileri okudukça anladım ki bir kısım arkadaşlar, benim söylediklerimden çok kendi düşüncelerini yansıtan eleştiriler yapmaya çaba harcıyorlar. Onun için iki hafta önce yazdığım “Toplantı” başlıklı yazıyı tekrar buraya alıyorum (eski yazılar şu anda görünmüyor, yani geriye dönüp okuyamıyorsunuz. Site yenilendiğinde bu sorun kalkacak).
İşte gürültü koparan ve sizlerinde okuduğu dozu ağır kaçan eleştirilere uğrayan, hatta konunun başka yerlere çekilmeye çalışıldığı, polemik yaratan yazı (bazı yerlerini özellikle büyüteceğim ki, okuduğunu anlayan ama başka yerlere çekme becerisini gösterenlerde bir kez daha anlasınlar):
“TOPLANTI
Cuma günü Voleybol Federasyon’u tüm yönetim kurulu üyeleriyle birlikte basını bilgilendirme toplantısı yaptı.
Sonda söyleyeceğimi yazımın başında söyleyeyim; Ben federasyonun açıklamalarından ve sorulara verdikleri yanıtlardan tatmin oldum. “Yanıtlardan” kelimesini özellikle tırnak içine aldım. Çünkü sorulara sadece başkan değil, o konunun sorumlusu olan yönetim kurulu üyelerinin cevap vermesi, öncelikle yönetimde bir birlik ve çoğulculuğun hakim olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Sonuçta konuyu iyi bilen üyenin soruları yanıtlaması inandırıcılığı da artırdı.
Son dönemlerde internet sitelerinde yaygın olan suçlamaların cevaplarını aldık. Sorulara verilen yanıtları herkes değişik açılardan değerlendirebilir. Bazı arkadaşlarım verilen cevapları olumlu bulabilir, diğer bir bölümü de olumsuz. Herkesin değer yargısı mutlaka farklı olacaktır ancak bu toplantı bir daha net olarak gösterdi ki; her sorunun bir yanıtı vardır. Öyle de oldu.
Bu arada bence toplantıda söylenen en önemli cümle; “Eğer bir konuda aldığınız duyum sizi rahatsız ettiyse ve kendinizi yazmak, sorgulamak zorunda hissettiyseniz, konuyu birde suçlananla konuşup, onunda görüşünü alın, değerlendirmenizi de öyle yapın” oldu.
Gerçekten de bazen çoğumuz bu hatayı yapıyoruz. Sorgulamak yerine düşüncemize yakın olan şeyleri yazmayı, söylemeyi yeğliyoruz. Ayrıca konuyu bakış açımıza uygun olan bölümüyle yoğurup kamu oyuna yansıtıyoruz. 1969 yılından bu yana 44 yıldır gazetecilik yapan, sürekli basın kartı taşıyan bir kişi olarak öz eleştiri yaparsam, zaman zaman bende böyle yaptım, hala da yapıyorum. Onun için yukarıda ki cümle, bu mesleğe görül vermiş tüm genç arkadaşlarımıza rehber olmalı. Bizlere de bir kez daha uyarı.
Yukarıdaki satırlarda belirttiğim gibi ben toplantıdan da, sorulara verilen cevaplardan da memnun ayrıldım. Biliyorum bu satırları okuyanlardan bir kısmı “Tabi ki memnun olursun, sen zaten onları destekliyorsun” olacaktır. Doğru. Ben bu grubu destekliyorum. Çünkü (polemik konusu yapılmasın diye isim vermek istemiyorum) ama bu yönetim içindeki bazı kişilerin kulüplerde, ulusal takımda antrenörlüğünü yaptım. Bir kısmıyla da yıllardır voleybol camiası olarak iç içeyiz. Bu nedenle kredileri fazla.
Ancak bu onları eleştirmiyorum, ya da eleştirmeyeceğim anlamını da taşımaz. Yazılarımı okuyorsanız; ulusal takımlarımızın aldığı sonuçları ve teknik kadrolarını en çok sorgulayanlardan biriyim. Bu arada doğru bulmadığım konular olduğunda da çekinmeden dile getiririm. Ancak genelde bunların voleybol ile ilgili olmasına özen gösteririm (liglerin takım sayısının artırılması, lig sistemi, ulusal maçlar, yabancı antrenörler, takımların oyun sistemleri, hakemler vs.). Onun dışında anlamadığım, bilmediğim, daha doğrusu tartışacak donanıma sahip olmadığım konulara değinmemeye çalışırım (inşaat, vergiler, icra, mahkeme, personel gibi). Zorunlu kalırsam da konuyu gündeme taşırım ama üstüne yorum yapmam. Ancak bilenlerin görüşünü isim vererek yansıtır ve cevap bulmaya çalışırım.”
Yazıyı okudunuz. Simdi genelde isimlerini gizleyen kişilerin yaptıkları ağır eleştirileri bir kez daha hatırlayın. Yorumu size bırakıyorum…
Gelelim kendilerini gizleyenlerin hikayesine;
Geçen hafta eleştirilere yanıt verirken üslup, birbirlerine benzeyen ifade tarzları, hatta yazının sonlarına kullanan büyük soru işaretleri biraz dikkatimi çekmişti. Üstünde fazla durmadım. Ama şüphelendiğimi belirtmek için;
“BİR NOT: Beni eleştiren dostlar; gerçekten var mısınız? Eğer isimleriniz gerçekse ve bir gün yolunuz Burhan Felek Spor Salonu’na düşerse misafirim olun. Birlikte bir kahve içelim, bir birimize kötü söz söylemeden voleybolu tartışalım. Olur mu?” cümlesini koymuştum.
Bu kez Melisa Elmacıoğlu’nun yazımın altına yolladığı cevap- eleştirisinde;
"Beni eleştiren dostlar, gerçekten var mısınız?" demişsiniz ya...
İnanın ki varız. Yalnızca aptal insanlar değiliz; ip'lerimizi elinde sallaya sallaya dolaşıp "Bunun heaabını verecekler." diye tehdit savuranlara karşı kendince tedbirli davranan, tarafı olduğunuz kurumun bazı fertlerine karşı can güvenliklerini kendince sağlaya çalışan temiz niyetli ve TARAFSIZ kişileriz.
En azından ben öyleyim.” bölümünü okuyunca Elmacıoğlu gibi kimlerin gizlendiğini araştırmaya karar verdim. Önce çeşitli sitelere girdim sonuç alamadım. Editörümüz Korhan Gün’ü aradım. Beni bu kadar yakından tanıyan, hatta yakınımda olan bu kişinin kim olduğunu bulabilir miyiz? Diye sordum. “Ben kimsenin IP numarasını veremem, yasal değil” dedi. Bunun üzerine ona düşüncelerimi, şüphelerimi anlattım. Biraz da ısrarcı olunca kıramadı. Melisa’nın IP numarası “…… Laguna Nigue USA” çıktı. Bunun üzerine biraz daha üstüne giderek bir hafta beni yerden yere vuranların IP numaralarını değil ama nereden geldiğini sordum. Yanıt ilginçti; “Hepsi ayni adresten, yani Laguna Nigue- USA” Bunun üzerine merakım iyice arttı. Diğer bazı isimleri de sorgulatınca cevap ayni oldu.
Bu kadar tesadüf olamayacağına göre; Ya birkaç kişiden oluşan bir grup, ya da ayni kişi ile karşı karşıyayız.
Çok cesurca eleştiri yapan, ancak kendi ad ve soyadlarını yazamayacak kadar cesur olamayan bu insanların, bazılarının isimlerini alt alta buraya alacağım ki, bundan böyle yazdıklarını okurken gerçek olmadıkları aklınızın bir köşesinde bulunsun (gerçi bu isimleri yenileriyle değiştireceklerdir ama olsun).
İşte IP’si ayni yerde (Laguna Nigue- USA) olan sahte isimler.
Melisa Elmacıoğlu
Enes Danışmend
Murat Öztürk
Ferit Kılıçaslan
Serdar Kutlukhan
Dilara Tümen
Fulya Yiğitalp
Neriman Baykan
Tülay Gülçelen
Utku Bozkurt
Kemal Birler
Bu arada Hasan Epirden’e de bir notum var. Sevgili dostum. Gördüğün gibi bu isimlerini yazma cesaretini gösteremeyen kişi veya kişilerin polemikleri bitmeyecek. Onun için ben “voleybol oyununa” dönüyorum. Bundan sonra sen de gerçek isimlerini kullananların yazılarını siteye koymaya dikkat edersen, hem eleştiri düzeyi yükselir, hem de kendini saklamayanların yani cesur insanların değeri artar.
Melisa Elmacıoğlu’nun yazdıkları yanlış anlamalara yol açmasından diye geçen hafta ki yazımın altında yanıt olarak vermiştim. Okumayanlar için o bölümü tekrar buraya alayım.
---“Erol Ünal Karabıyık'a şahsen kin güdüyordunuz, bunu bir çok farklı ortamda "Beni çok kırdı." diyerek dile getirdiğinizi hatırlatmama izin verin. İsterseniz Erol Ünal Karabıyık'a neden kırıldığınızı ve buna neden hiç hakkınız olmadığını da yazarım. Benim için hiç sakıncası yok, çünkü zaten birebir sizden işitmiştim. Dahası, zaten bu konuyu Cengiz Tokgöz birkaç defa yazarak dile getirmişti.
Bu senin, benim çok yakınımda olduğunu gösterir. O zaman beni çok iyi tanıyor olman da gerekir. Beni tanıyan bir kişi olarak da; yumuşak yapım nedeniyle kimseye “kin” besleyemeyeceğimi de anlaman gerekirdi. Yani burada bir çelişki var. Bana zararları dokunanların yaptıklarını bile kısa sürede unutmak ve hiç olmamış gibi davranmak maalesef kötü huylarımdan biridir.
“Erol Beye kırgın olduğun konuyu da yazabilirim” diyorsun. Merak edenlere ben yazayım.
Erol Ünal Karabıyık ile (sanırım 2007’nin Eylül veya Ekim ayı olmalı) Belçika’da Avrupa Şampiyonası’nda ki bir maçtan sonra kalabalık bir grup olarak yemek yerken, aramızda ulusal takımın o günkü oyunuyla ilgili bir tartışma çıktı, fazla da uzadı. Sonuçta Erol beyin beni kıran bir cümlesiyle kapandı. Ama dediğim gibi asla ve asla “kin” duymadım. Öyle olsaydı bir çok yerde ve seyahatte birlikte olamazdık. Ayrıca Karabıyık, insanları çok iyi tanıyan bir kişidir. Öyle olsaydı, bunu yüzüme karşı söyler, araya da mesafe koyardı.---Diye yanıt vermiştim.
Birde demişsin ki: Bir kere de Erol Ünal Karabıyık federasyonu için "İYİ BİR ŞEY" diye yazabilecek kadar tarafsız olabilseydiniz... Olamadınız. Daha doğrusu, olmadınız
Sayın Karabıyık ile ilgili, eleştiren de, yaptıklarının hakkını veren yazılar yazdım. Ama (senin cümlelerinle) ya sen hatırlamıyorsun, ya da hatırlamak istemiyorsun. Yazılarımı arşivlemek gibi bir alışkanlığım yok. Ama çok merak ediyorsan Enver Bağlarbaşı’ndan izin isteyip onun “Manşet” dergilerine bakabilirsin (çünkü bende de tamamı yok).
Peki, “destekliyorum” dediğim için beni yerden yere vurduğun şimdiki federasyonu öven kaç yazı yazdığımı da merak ediyor musun? Seni merakta bırakmayayım, işte elimde ki “Manşet” dergilerinde çıkan iki yazı:
Sayı: 77. Ekim 2012
“Voleybolumuzun 3. genel kurulu yapıldı. Ve günlerdir ‘seçimi kim kazanacak?’ sorusunun yanıtı da belli oldu. Çok düzeyli ve voleybola yakışan bir seçim ortamından sonra 183 delegenin 100 oyunu alan Özkan Mutlugil, voleybolun yeni başkanı oldu. Kazananı kutluyor bu zor görevde başarılar diliyor, branşımıza çok iyi hizmetler yapan Erol Ünal Karabıyık’a da bir voleybol sever olarak teşekkür ediyorum.
Mutlugil’i kutlarken, ‘bu zor görevde başarılar diliyorum’ diye yazdım. Gerçektende önümüzdeki 4 yıl, O’nun ve yönetiminde görev alacak arkadaşları için kolay olmayacak. Çünkü voleybolumuzun diğer branşlara oranla yükselen çıtasını ileriye götürmek, daha iyiyi yapmak zorunlulukları olacak. Gerçi bu yüksek çıtada geçen yönetimde görev aldıkları için onlarında payı var ama, çok ilginçtir ki eski yaptıklarıyla sık sık kıyaslanacaklar. Zor bir durum.
Umarım seçimler öncesi söylediklerini hayata geçirip, özellikle sloganlarında vurguladıkları; ‘Dostça, birlikte, paylaşımcı yönetim’ anlayışının en güzel örneklerini verirler.
Aslında seçimin sonucundan çok demokratik olmayan delege yapısı beni geriyor. Sözde özerk bir yapıya sahibiz. Ama delegelere bakıyorsun tam 19 tane bürokrat oy kullanıyor. Hadi genel müdür ile yardımcılarını anladım da ya diğerleri…..” diye seçimdeki delege yapısıyla ilgili eleştirilerimle yazı devam ediyor.
Sayı: 88. Eylül 2013
“Gençler Dünya Altıncısı Oldu” başlıklı yazımda ki bir paragraf:
“Bu arada federasyonun genç oyuncular için başlattığı ‘çift lisans’ sisteminin bu soruna çözüm olacağına inanıyorum. Bunu daha önce basketbolcular uygulamaya başladı (ilk duyduğumda voleybola da gelmesi için yazılar yazmıştım, olmadı). Üstelik bu işin mimarlarının başında Akif Üstündağ vardı. Sonunda başkan vekilimiz bunu voleybola da taşımış oldu. Kısaca değinmek gerekirse; (federasyonun sitesinde detayları var) Kulüpler 23 yaşından gün almamış….” Diye devam ediyor.
Ağustos ayının ilk haftasından itibaren yazmaya başladığım “Voleybolx. com” sitesinde de “toplantı” başlıklı yazıya kadar 12 kez sizlerle buluşmuşum. TVF ile ilgili; “Büyük sınav” başlıklı yazının içinde, o da “çift lisans” ile ilgili yukarıdaki paragrafın aynisi…
BİR ÖZÜR
Geçen hafta TVF’nin bilgilendirme toplantısında Hasan Epirden’in soruları ve yanıtlarını yazmış, bu hafta diğer arkadaşlarımın sorularına verilen cevapları sizlerle paylaşacağımı söylemiştim. Ancak küçük bilgisayarımı çöpe attıktan sonra, 1 hafta önce aldığım yeni bilgisayarım da Perşembe günü Eczacıbaşı VitrA- Cannes maçını gazeteye gönderirken çöktü (hala da tamirde). Maçı da ancak telefonla verebildim. Bu yüzden yine çok ağır çalışan eski bilgisayarıma kaldım. Onunla iş yaparken, yaşadığım sıkıntılar yüzünden, bu aleti yere vurmamak için özel çaba harcıyorum. Kötü kayıtlı bir konuşmayı bu şartlarda dökmek içinde saatler, hatta bir iki gün gerekiyor. Onun için size verdiğim sözü yerine getiremedim. Ancak kaydı kötü olmasına karşın eğer merak edenler varsa alevanakok@gmail adresinden bana ulaşırlarsa toplantı kaydının tamamını seve seve gönderirim. Bu yazıyı da her günün ardından biraz yazarak toparlamaya çalıştım.
DÜNYA LİGİ’NDEYİZ
Gereksiz, uzayan tartışmaların arasında, yıllardır Dünya Ligi’nde oynama rüyamızı gerçekleştiren bir haber aldık. FİVB takım sayısını artırarak bizim gibi 5 ülkeyi de bu prestiji çok yüksek arenaya dahil etti. Voleybolumuza ivme kazandıracak bu büyük organizasyonda 28 ülke 7 grupta mücadele edecek. İşin bir başka güzel tarafı bizimde yer aldığımız F-G gruplarının 27-29 Haziran tarihleri arasında Türkiye oynanacak olması.
İşte gruplar:
A Grubu | B Grubu | C Grubu | D Grubu | E Grubu | F Grubu | G Grubu |
Brezilya (1) | Rusya (2) | Belçika (37)* | Arjantin (7) | Hollanda (31) | Tunus(13)* | Porto Riko (20) |
İtalya (3) | ABD (4) | Kanada (11) | Almanya (10) | Kore (21) | Türkiye (45)* | Çin (18) |
Polonya (5) | Bulgaristan (6) | Avusturya (14) | Fransa (16) | Portekiz (38) | Küba (7) | Slovakya (36)* |
İran (12) | Sırbistan (9) | Finlandiya (30) | Japonya (17) | Çek Cumhuriyeti (22) | Meksika (22)* | İspanya (25) |
- FIVB Dünya Ligi’ne ilk kez katılacak ülkeler -Parantez içerisindeki numaralar ülkelerin dünya sıralamasındaki yerini göstermektedir.
VE MAÇLAR:
Evet, sonunda ara verdiğimiz maçlara gelelim. Hafta arası ekiplerimiz Avrupa Kupaları’nda mücadele ettiler. Seyredebildiklerimin benim gözümle kısa yorumları şöyle:
Galatasaray Salı günü Yamamay’ı konuk etti. Ortaya 3-0’lık bir skor çıktı ama hiç kolay olmadı. İlk iki setin 26-24, 25-23 bitmesi de bunun kanıtı.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki, sarı- kırmızılılar da Saori’nin oynaması takımı olumlu yönde geliştirdi. Japon, aslında özel bir oyuncu. Çok iyi taktik servis atıyor (3 direk sayı buldu), defansı ders niteliğinde, manşeti iyi. Hücumda belki çok net öldürmüyor ama topun nasıl kullanılması gerektiğini, ne yaparsa sayı bulabileceğini çok iyi biliyor. (17 top almış, 8 sayı bulmuş, yüzdesi 47). Eğer Galatasaray, onun alıştığı ve başarılı oynadığı hızlı oyun sistemini benimsese mutlaka ataklardan daha çok sayı çıkaracaktır. Ne var ki Montano’yu yüksek paslarla kullanmayı hedefleyen oyun tarzı onu zorluyor. Bunu da Lo Bianco, 4’e attığı fileden açık toplarla çözmeye çalışıyor. Netice de böyle faydalı bir oyuncunuz varsa doğal olarak bazı sorunları da aşıyorsunuz. Sezon başında, antrenör Barbolini, hücumda daha iyi olduğunu düşündüğü Rabadzhieva’yı sahaya sürüp, Saori’yi tribüne gönderiyordu. Şimdi Bulgar oyuncunun sakatlanmasıyla yerler değişti. Bence iyi oldu. Bu kadar meziyeti olan Saori’nin dışarıda kalması doğru olmuyor. Çünkü Montano- Neriman ikilisi, özellikle de Montano zaten ataklarda büyük fark koyuyor (bu maçı 25 sayıyla oynadı; 36 top almış, 23 sayı bulmuş, yüzdesi 64). Sanırım İtalyan çalıştırıcı artık tercihini de bu yönde kullanır.
Devam edelim; Galatasaray kazanırken, her zaman olduğu gibi yine servise karşı manşet sorunu yaşadı (Bu konuda hep eleştiriyorum ama bu takımın antrenmanlarını zaman zaman seyreden bir arkadaşım; “biliyor musun bu takım en çok servise karşı manşet çalışıyor. Hatta bazen erkek takımdan gelenlere servis attırıyorlar. Bakıyorum çalışmalarda herkes tıkır tıkır manşet alıyor, tamam iş çözüldü diyorum ama maçta tam aksi bir görüntünün oluşması açıkçası beni de çok şaşırtıyor” Dedi). Sadece onu değil hepimizi şaşırtıyor.
Bu maçta da İtalyan ekibi, servisi Neriman (25 kez topla buluştu. 2 direk hata yaptı. Yüzdesi 48, exc: %36) ve libero Nihan’a attı (24 manşet aldı, 1 direk hata yaptı. Yüzdesi 67, exc: % 33). Toplam da takımın servise karşı manşet yüzdesi de 69, exc: % 39 oldu.
Sık sık, “Acaba Neriman’ı iyice çizgiye yaklaştırıp, Saori- Nihan ikilisiyle servis karşılasalar, böylece hem Neriman’ın hatalarını azaltırlar, hem de bu oyuncu diri ve moralli kalacağı için hücumlarda mutlaka çok daha fazla sayı bulur, bu tarz bir oyun daha mı iyi olur?” Diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Karşılıklı sayılarla başlayan ilk setin birinci teknik molası 8-7 geçildikten sonra etkili taktik servislerle Galatasaray 11-8 öne geçti. Sonra da 15-11 oldu. Bu kez İtalyanların servisleri manşetimizi bozdu, hücumda sıkışınca da sayılar: 15-15 oldu. Ardından müthiş bir çekişme başladı. Bir ara 18-21 geriye düşmemize karşın 21-21 de tekrar eşitlik geldi. 23-24, de şans bizden yana oldu. Montano 4’e pas atmaya çalışırken faul yaptı. Ancak Rus hakem görmemezliğe geldi ve Neriman topu öldürüp sayıları eşitledi:24.24. Eğer hakem bunu çalsa ilk seti kaybetmiştik (işte ev sahibi olmanın avantajına çok güzel bir örnek). Tabi ki İtalyanların itirazları sonuç vermedi. Sonra alınan iki sayıyla seti 26-24 aldık.
İkinci sete iyi başlayan sarı- kırmızılılar teknik molaları 8-5, 16-11 geçtiler. 22-16’ya kadarda önde geldiler. Yamamay’ın yine Neriman- Nihan ikilisini zorlayan taktik servisleri başladı. Bunun yarattığı sorun aranın kapanmasına yol açtı: 23-22. Ne var ki son sayıların kraliçesi Montano “Ben buradayım” dedi ve 25-23 ile 2-0 öne geçmemizi sağladı.
3. sette her şey istediğimiz gibi gelişti ve sonuçta da açık ara bitti: 25-11.
Ayni gün Haldun Alagaş da, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, deplasmanda yendiği Maccabi’yi, rövanşta da alt ederek 3. tura yükseldi. Şimdi rakip; Mladost Marina Kastela. Takımımızın bu turda da yolu açık gibi duruyor.
Perşembe günü Burhan Felek de 3 maç üst üste izledik. Önce Challenge Kupası’nda Beşiktaş, Belçika ekibi Deuphines Charleroi’yi ilk karşılaşmada olduğu gibi 3-0 ile geçti. Selime 11, Dicle 10, 3 yabancının 9’ar sayıyla oynadığı mücadele siyah- beyazlılar için kolay geçti.
Sonra sahneyi Eczacıbaşı Vitra- Cannes aldı. Hemen hemen her sezon bir takımımızla eşleşen Fransız ekibi adeta belalımız oldu. Bazen yendik, bazen kaybettik ama bu karşılaşmalar hep zor oldu. Bu kez de öyleydi. Çünkü her maçta olduğu gibi yine takımımızda servise karşı manşet ön plandaydı (yüzde 46, exc: % 27. Hücum %37). Yukarıda Galatasaray için yazdığımı isimleri değiştirerek turuncu- beyazlılar içinde kullanabiliriz. Saori- Nihan yerine, Esra- Gülden, Neriman’ın yerine de Sena. Yani yapıları ve sorunları ayni.
İşte kanıtı: İlk sette teknik mola 8-3 geçildi, ardından 9-8’e geldi (1 sayıya 5 sayı). 15-11’den sonra sayılar 15-18 (7 sayı) oldu. 19-22, 21-23 den set 26-24 çevrilebildi. Neden: Rakibin taktik servisleri ve ekibimizin manşet sorunu.
İkinci set, iyi hücum, iyi servis, tempolu oyun, sıkıntılı manşete karşın (%39, exc: yüzde 17. Ama bu kez 3-3’den sonra Denise’nin yerine oyuna giren Asuman’ın, kötü gelen topları paslarıyla düzeltip, yüzdeyi 48 gibi iyi bir noktaya çekmesiyle oluştu), skoru 2-0’a getirdi.
3-5 geride başlanan 3. sette tekrar kontrolü eline geçiren turuncu- beyazlılar 18-12 kolayca geldiler. “İyi işleyen çarka çomak sokmak işte buna denir” misali antrenör Micelli ikili değişikliğe gitti. Bu arada Cannes’li oyuncuların taktik servislerinin iş yapması, pasör Denise’nin oyunda olmasıyla birleşince rakip üst üste 6 sayı alarak 18-19 öne geçiverdi. Mücadeleyi bırakmayan Eczacıbaşı sonuçta seti 25-23 kurtardı ve maçı da 3-0 kazanarak grubun liderliğini rakibinden devir aldı.
Günün son maçında ise Fenerbahçe Grundig, Polonya ekibi Politechnika Warszawaska’yı 3-1 yenerek Challenge Kupası’nda 3. tura adını yazdırdı.
İlk karşılaşmayı deplasmanda 3-0 kazanan takımımızın rövanşı da kolay alacağını düşünüyorduk, ancak yanıldığımızı çabuk anladık. Oyuna bakınca sarı- lacivertlilerin ilk maçı set vermeden nasıl aldığını düşünmeye başladık. Gerçi bunda Fenerbahçe’nin hatalarının da işi uzattığını söylemeliyim. Bu düşüncemiz ikinci sette daha da pekişti. Heyecan dozu yüksek, başa baş, güzel, her şeyin yaşandığı bir mücadele izledik. Son sayıya kadar kopma olmadı ve sonunda bu yarıştan 31-33 galip çıkmayı başaran Polonyalılar oldular.
Ancak iyi ve kaliteli oyunculara sahip bir kadroya sahip Fenerbahçe, hataları azaltıp hızını artırınca her şey yerine oturdu. Mücadeleyi 3-1 kazanan ekibimiz 3. tura yükseldi.
BİR NOT: Sarı- lacivertlilerin teknik direktörü Catellani, her set pasör Aslan’ı çıkarıp blok için yerine genç Uğur’u alıyor. Bence pek doğru bir hamle değil. Gerçi ikisi arasında 8 santim fark var ama çok büyük bir tecrübe de.
Bugünden itibaren takımlarımızın Avrupa serüveni devam edecek. Genel olarak bir değerlendirme yaparsak; Denizbank Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eden bayan ekiplerimizden ikisinin yine 4’lü Finale yükselme yolunda emin adımlarla ilerlediğini keyifle izliyoruz. Asıl merak edilen, Play- Off da hangi takımlarımız birbirleriyle eşleşecek.
Fenerbahçe’nin hem bayan (CEV de), hem erkek takımı (Challenge Kupası’nda) beklenildiği gibi dolu dizgin gidiyorlar. Daha önceden yazdığım gibi; sezon sonunda iki kupada İstanbul’a
büyük bir olasılıkla gelecek.
Denizbank Erkekler Şampiyonlar Ligi’nde Arkas ile Galatasaray’ın önü kapalı. Ama Halkbank hedefi iyice büyüttü. İyi bir kadro oluşturan Ankara ekibi, şu sıralarda önemli bir transferin peşinde, ayrıca 4’lü Finali Ankara’ya almanın uğraşı içinde. Piacenza da oynayan Kübalı orta oyuncu, 2.06 boyunda ki Simon Roberlandy gelirse Halkbank, gerçekten Avrupa’nın en iyilerinden biri olur. Hele 4’lü Final de alınırsa, tarihi bir başarı için geri sayımında startı da başlar.
Böylece hem bayanlarda, hem de erkeklerde Şampiyonlar Ligi birinciliği, ayni zamanda CEV ve Challenge kupalarının alınması, voleybolumuza zirve yaptırır. Rüya gibi değil mi? Eskiden hayal bile kurarken zorlanırdık. Şimdi bayanlarda Şampiyonlar Ligi birinciliğine alıştık, erkeklerde de ayni başarıyı yakalamanın peşine düştük. Nereden nerelere geldik.
Bize bu umudu veren, tüm ekiplerimize buradan bir kez daha teşekkür ederim. İyi ki varsınız.
YARIDA KALAN DERBİ
Haftanın en önemli olayı hiç şüphesiz ki bir derbinin küfürlü tezahüratlar nedeniyle tatil edilmesiydi. Tatsızlık daha maç öncesi salon dışında sarı-kırmızılı taraftarların kendi aralarındaki kavgayla başladı. Bu kargaşayı polis ancak gaz sıkarak ayırabildi.
Galatasaray Daikin- Fenerbahçe bayan ekiplerinin arasındaki mücadelenin daha ilk sayılarında küfürlü tezahüratlar nedeniyle, hakem Erdal Akıncı, takım kaptanı aracılığıyla seyirciyi uyardı. 4-8 girilen teknik mola da ikinci, üçüncü uyarılarında etkili olmaması üzerine maçı durdurup arkadaşlarıyla birlikte soyunma odasına gitti. Galatasaraylı yöneticilerin bir daha küfür edilmeyeceği yönünde verdikleri garantinin ardından 35 dakika sonra maç tekrar başladı. Ama sarı- lacivertiler setlerde 2-0, sayılarda da 21-11 öndeyken seyircinin küfürlü tezahüratı tekrar başladı. Bunun üzerine 23-13 de hakem maçı tatil etti.
Aslında bu uzun zamandır yaşanan ama rakip taraftarın olmamasına karşın küfrün önüne geçilemeyen bir konuydu.
“Manşet” Voleybolun sesi sergisinin Kasım 2012, 78. sayısında “Seyirci” başlıklı yazımda şöyle dile getirmiştim:
“… yazımın başlığına bakınca asıl üstünde durmak istediğim konunun ne olduğunu tahmin etmişsinizdir. Tabi ki seyirci…
Bir tarafta ‘Gerçek voleybol seyircisi maçlara gelmiyor’ diye şikayet ediyoruz. Onları salonlara nasıl çekeriz diye çareler bulmaya çalışıyoruz. Bir tarafdan da ‘kulüp taraftarlarının çıkardığı böylesine çirkin olaylar yaşayacaksak, bırakın salonlara gelmeyi, önünden bile geçmeseler daha iyi olur’ diyoruz.
Özellikle Fenerbahçe- Galatasaray derbileri artık iyice çekilmez bir hal aldı. Geçtiğimiz yıllarda da iki takım taraftarları arasınra olaylar yaşanıyordu. Hatta çözüm için misafir ekibin seyircileri maçlara alınmıyordu. Bu duru beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. ‘Güvenlik önlemlerinin iyice artılırılarak ezeli rakiplerin büyük ilgi gören bu karşılaşmaların heyecanın ve keyfini iki grupta doyasıya yaşamalı’ diyordum. Ne var ki son Süper Kupa maçında çıkan olaylar nedeniyle artık bu konuyu savunamaz duruma geldim. Bırakın iki seyirci grubunun ayni anda salonda bulunmasını, derbilerin seyircisiz oynanma noktasına geldim. Çünkü hiçbir şey değişmiyor. Hangi kulübün seyircisi salondaysa mutlaka olay çıkıyor. Patlayıcılar, çakmaklar, paralar atılıyor, küfürlü tezahüratın önü ise alınamıyor. İşin ilginç tarafı, eskiden sadece erkeklerden işitmeye alıştığımız küfürleri artık kadınlardan, hatta kızlardan ve çocuklardan da duyar olduk.”
Zaman zaman yaşamaya devam ettiğimiz bu olayların çözümü için sonunda ilk adım da hakemin maçı tatil etmesiyle atıldı. Şu anda maçla ilgili kararı federasyon verecek. Umarım ciddi bir ceza çıkar da, caydırıcılık yönünden önemli bir örnek olur.
Bu arada karşılaşma 2 sayı kala tatil edildiğinde istatistikler şöyleydi:
Galatasaray Daikin: 53 servis attılar, 4 hata yaptılar, 6 direk sayı aldılar. Servise karşı manşetlerde 65 kez topla buluştular. 6 direk hata yaptılar. Yüzdesi 54. Exc: %32. 86 hücum yaptılar, 33 sayı aldılar, yüzdesi 38. Bloktan 1 direk sayıları var.
Fenerbahçe: 71 servis kullandı, 6 hata yaptı, direk sayı 7. Servise karşı 49 kez topla buluştular, yüzdesi 61. Exc: %29. 71 atak yaptılar, 43 sayı aldılar, yüzdesi 61. 14 blok sayıları var.
Görüldüğü gibi, servise karşı Excellent manşet dışında hep üstünler. Özellikle hücumda ki ve bloktaki farkları çok yüksek.
15 gün sonra buluşmak dileğiyle…