Son iki hafta içinde 3 maç izledim:
- Vakıfbank Spor Sarayı’nda oynanan Vakıfbank-Eczacıbaşı A Bayan maçı,
- Sultanbeyli Spor Salonunda oynanan Fenerbahçe-ES Voleybol Küçük Erkek maçı,
- Taçspor Tesislerinde oynanan Galatasaray-Fenerbahçe A Erkek maçı…
İlk maçta tüm tribünleri dolduran binlerce taraftar vardı; Vakıfbank’ın bandosu, her iki takımın taraftarları, tüm maç boyunca eksilmeyen alkışlar ve tezahürat mükemmel bir görüntü oluşturuyordu. Tüm salonda dikkati çekecek tek bir güvenlik görevlisi ya da polis yoktu. (Mutlaka tesisin standart bir güvenlik personeli vardır ama görüntüyü bozan, seyircileri ve seyir keyfini engelleyen sarı gömlekli GÜVENLİK personeli görünmüyordu). Maçı kaybeden Eczacıbaşı taraftarları sahayı takımlarını alkışlayarak terk ettiler. Rakip takıma olumsuz tezahürat, saldırı, küfür yoktu!
Seyrettiğim ikinci maç bir Küçük erkek maçıydı. Sultanbeyli salonunda ES Voleybol’un seyircisi yoktu, Fenerbahçe’den 40-50 kişi civarında seyirci vardı. Maçın hakemi “güvenlik görevlisi” talep etmek zorunda kaldı. Maalesef salonda ne salon amiri, ne güvenlik personeli, ne de sağlık personeli vardı. Maç tamamlandı ama “küçükler” kategorisine hiç yakışmayan, küçükleri küfürle, olumsuz tezahüratla tanıştıran; hakemin bile durumu engelleyemediği bir maç oynandı. Oysa maç, tam bir rekabet ve keyif havasında geçmesi beklenen İstanbul Küçük Erkekler 1. ve 2.sini belirleyecek olan maçtı.
Galatasaray-Fenerbahçe voleybol maçlarında, voleyboldan anlamadığı halde salt kulüp taraftarı olarak maça gelen ve tatsızlık yaratan fanatik seyircilere aşinayız. Bu seyirciyi denetim altında tutabilmek için salon girişinde yapılan aramalara, güvenlik kontrollerinde ve maç oynanırken görüntüyü engelleyecek (ama güvenliği sağlayacak) personele de aşinayız. Ancak izlediğim son maçta beni hayrete düşüren fanatik gruplar değil, bunlardan daha da tehlikeli ve ürkütücü olan, adını koyamadığım bir taraftar grubu oldu.
Maçta zaten Fenerbahçe seyircisi yoktu, ya da çok azdı; hiç sesleri duyulmuyordu. Galatasaray (futbol?) seyircileri üst yan tribüne yerleşmiş tüm maç boyunca kesintisiz tezahürat yapar durumdaydı. Protokolün de yer aldığı uzun tribünde ise yaş ortalaması 40-50 arasında olan neredeyse 20 civarında kadın ve erkek, neredeyse tüm maç boyunca en ön sıradan sahanın içine sarkarak sadece ve sadece Fenerbahçeli voleybolcuları hedef alarak karşı tezahürat yaptılar (Taçspor’da maç seyredenler bilir; saha ile tribünler arasındaki mesafe çok azdır). Paralar çıkarıp sallayanlar, “gel – gel” işareti yapanlar, yapılan bloklarda anlamsız el-kol-parmak hareketleri yapanlar arasında maalesef kadınlar da vardı…
Ama bana son darbeyi vuran, protokol alanı içinde oturan 70’li yaşlardaki yeşil kazaklı amca oldu. Giyimi, kuşamı son derece düzgün olan, sokakta görseniz bir beyefendi muamelesi yapıp görünümüne ve yaşına hürmeten önünde saygıyla eğilebileceğiniz bu yaşlı amca, maçın ikinci setinde Galatasaray’ın başarılı bir bloğundan sonra ayağa kalktı; önce ellerini ileriye doğru uzatarak iki yana açtı, ardından ellerini yumruk yaparak avuç içleri havaya bakacak şekilde ellerini döndürdü ve kollarını kendine doğru kuvvetle çekti. Amca bu hareketi birkaç kez tekrarlarken beni asıl şaşırtan gördüğüm yüz ifadesiydi… İfadeyi tarif etmem çok zor! Amcanın hareketi sadece Fenerbahçe’ye ya da blokta kalan smaçöre değil, sanki hayatta kazanamadığı, başaramadığı her şeye karşı yapılmış bir hareketti…
Galatasaray Lisesi mezunu, Galatasaray Spor Kulübünde voleybol oynamış ve antrenörlük yapmış, Galatasaray Spor Kulübü Divan Kurulu üyesi bir sporsever olarak bu durumdan ne kadar utandığımı anlatamam. Maçı seyredemedim, ikinci sette salondan çıktım.
Hal böyleyken yani Türkiye’nin en köklü spor kulüpleri taraftarlarına hakim olamaz ve voleybol salonlarını kirletirken, tribünlere yeniden hayat veren seyirciler kazandıran Eczacıbaşı ve Vakıfbank’ı gönülden kutluyor, her iki kulübümüzü de ayakta alkışlıyorum.