Sayın okurlarım ve voleybolseverler!
Bu yazımızda; 1990’lardan bugüne Avrupa'daki üst liglerde ve kendi ligimizde sponsorlarla birlikte işlerliği ve devamlılığı olan lig sistemleri oluşturabilmiş yada endüstrisini oluşturamayarak erime sürecine girmiş memleketleri inceleyerek, kendi ligimizle ve memleketimizle karşılaştırmalara gideceğiz.
1990 larınbaşlarına baktığımız zaman; Almanya ve İtalya liglerinin Avrupa'nın en üstligleri olduğunu görüyoruz. İşte bu noktada bir kırılma noktası yaşanıyor. Sovyetler birliğinin dağılma sürecine girmesi ile, bir çok sporcu ve teknik adam Avrupa kıtasının bir çok noktasına dağılıyor. Bu dalgadan biz de payımızı alıyoruz ve Türk Voleybolu’nun bugünlerine gelmesindeki en büyük katkı, Coğrafi yakınlığımız dolayısıyla, kuzey komşumuzdan geliyor!
O günlerde, internet, çanak antenler vs. yok! Bilgiyi ancak izleyerek, modelleme yöntemi ile deneme-yanılma ve usta-çırak ilişkileri ile alabiliyorsunuz!
Bu dönemde; Fransa, İspanya, Yunanistan ve Yugoslavya'da bu etkileşimden artı değerler çıkartarak bugünkü durumlarının temellerini atıyorlar.
1992 Barcelona Olimpiyatları ile bol yabancılı (Güney ve Orta Amerikalılar destekli) bir lig yapılanması oluştururken, kendi prodüksiyonlarını da üretebilen (2007Erkekler Avrupa Şampiyonu) İspanya'nın ligler ve profesyonel kulüp yapılanmaları olarak endüstriyel bir yapı oluşturamadığından dolayı bugün kepenkleri indirmeye hazırlandığını görüyoruz. Halbuki, İspanya yoğun bir genç nüfusa sahip ve ciddi ihracat yapan kuvvetli bir ekonomisi de var!
2004 Atina Olimpiyatlarına kadar sürekli yükselme trendi gösteren az nüfuslu komşumuz Yunanistan'ın da durumu farklı değil bugünlerde!
Turizm, Zeytinyağı ve Narenciye haricinde endüstriyel mal üretimi hemen hemen sıfır olan Yunanistan'ın bu durumu pek te sürpriz değil.
Kuvvetli ekonomiyesahip; dünyadaki profesyonel sporun 1960 Roma Olimpiyatları’ndan bu yana anavatanı; İtalya'da ise bambaşka nedenlerden ötürü finansal bir gerileme yaşanıyor!
2000’li yıllar ile başlayan Beyaz eller operasyonu dolayısıyla kulüplerin finansal yapıları zapt-ı rapta alınıyor. Spor üzerinden kara para aklama dönemi bitiyor!
Fakat bugün İtalya hala sporun anavatanıdır! İtalya'da Bocce'den, Çim Hokeyine, patenli salon hokeyinden, halat çekme ligine kadar bir çok spor profesyonel düzeyde liglerle organize edilmektedir!
Fransa'da, İtalya'yı takip etmiş, 1986 Dünya Şampiyonası ile başlayan yolculuğunu, son 10 yılda tam anlamıyla finansal olarak, beyaz sportif devrimle PRO A ve PRO B ligleriyle, kulüplerin bütçelerinin %50 lik bölümünü kapsayan teminat mektuplarını sunmadan giremedikleri yarı kapalı ve oto kontrol mekanizmalarına sahip astronomik ücretlerin dönmediği fakat mantıklı ve istikrarlı, kulüplerin zırt pırt kapanmadığı bir lig sistemi oluşturabilmiştir!
Özellikle, 2010’a kadar olan son on yıllık dönemde ise bir dönem ciddi ekonomik kriz geçiren RUSYA (Super Lig) ve POLONYA (Plus Liga) ise bugün en istikrarlı; kuvvetli kulüp sponsorlukları ile hemen hemen Avrupa'daki en profesyonel 2 lige sahipler.
Hatta, RUSYA Erkekler Ligi bu sezonun başında Ukrayna şampiyonu LOKOMOTIV KHARKIV ve Belarus Şampiyonu STROITEL MINSK takımlarını da içine alarak ligdeki takımsayısını 16 ya çıkararak, eski geniş kapsamlı SOVYET ( USSR ) ligine geridönüşün sinyallerini veriyor!
Açıkça görüleceği üzere; Almanya, İspanya, Yunanistan ligleri çökerken; Polonya, Rusyave Fransa ligleri yükseliyor!
Avrupa'nın Sırbistan, Slovakya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeleri ise, ürettikleri sporcuları, liglerini besleyecek ekonomileri olmadığı için Avrupa'daki liglere vererek, para ve tecrübe kazandırma peşindeler. Çünkü başka bir çıkışnoktaları yok!
Şimdi herkes bir ekonomik krizdir tutturmuş gidiyor. Acaba ekonomik kriz; İtalya, Rusya,Polonya ve Fransa'ya uğramadı mı?
Nedir bu ligleri başarılı kılan faktör? Cevabı gayet açık: Kulüplerin çabalarıyla yaratılan pastanın kulüpler arasında adil dağılımı!
Yaratılan finansal büyüklüğün, sponsorlar ve TV yayın gelirlerinden elde edilen gelirlerin kulüplerin kasalarına girmesi. Daha çok takımın zirveye oynaya bildiği, daha rekabetçi bir yapılanma!
Ciddi bir spor kültürü ve geçmişine sahip olan bu 4 memlekette; Ligler hemen hemen tamamen kulüpler tarafından idare ediliyor. En merkeziyetçi olan Rusya'da dah iorganizasyon bu mecraya doğru kaymakta.
Yunanistan'ın da başarılı olduğu dönemlerde, Erkekler ligi organizasyonunun federasyondan tamamen bağımsız (fakat federasyon kontrolunda), VOLLEYLEAGUE adı altında, Yunanlı menajer, Vasilios Manasis'in firması tarafından organizeedildiğini biliyoruz.
Bu verilerin ışığında, artık bizim memleketimizin de bir şeyler yapma zamanı geldi de geçiyor. Fakat kulüplerimizhala derin bir uyku içerisindeler. Kulüpler birliği dahi oluşturulamamış durumda. Halbuki; kulüplerimizin bir an evvel bir araya gelerek, gerçeksahipleri oldukları, Voleybol Liglerine, ve bu liglerin kaynaklarına ve gelirlerineciddi anlamda sahip çıkmaları gerekiyor.
Eğer kulüplerimiz, mevcut duruma tiyatro seyircisi gibi davranmaya devam ettikleri ve Voleybolun Türkiye’deki yürütme organı konumundaki TVF ile ortak stratejiler geliştiremedikleri, hatta TVF’yi bu konularsa zorlamadıkları süece, sahipoldukları varlıklar maalesef iyice küçülüp yok olma sürecine girecektir. Bu da, şu anda sahip olduklarının da ellerinden uçup gitmesi demektir.
Son senelere bakıldığında, ekonomik krizleri gerekçe göstererek voleybol şubelerini kapatan kulüplerimiz, 1-2 yıl içerisinde gayet keyfi şekilde sponsorluktan çekilen sponsorlar, voleybolumuzun ortamını yavanlaştırmakta ve ciddi kalite ve mali değer kayıplarına yol açmaktadır. Bu durum, diğer kulüplerimizin de satılırlığını, market değerini, ligin kalitesini ve silsile ile Milli Takımımızın performansını dahi negatif olarak etkileyebilmektedir.
Kulüpler birliğinin kontrolünde ve organizasyonunda, kapalı lig uygulamaları (Lige yeni alınacak kulüplerin ekonomik, idari ve organizasyon yapılarının lig organizatörlerince incelenerek, tüm kulüplerin onayı ve imzası ile lige kabul edilme, sporculara borcu olan kulüplerin liglerden ihracı, profesyonel lig hakemliği müessesesinin oluşturulması, vs. vs... Kulüplerin sponsorlarla isim ve mali bilançolar anlamında birleşmelerinin yönetmeliklerle minimum sürelerle (3-4 yıl) sınırlandırılması ve sponsorun bu süreden önce ayrılmalarda lig organizasyonuna ciddi tazminatlar ödemesi gibi önlemler aciliyetle hayatiyete geçirilmelidir. Finansal yapının istikrarı ve belirli kuralların oluşturulması ile, teknik istikrar otomatikman gelecek ve bu da toplam kaliteye otomatikman yansıyacaktır.
Bugün, kulüplerimizden dinlediğimiz en büyük şikayet, liglere yüksek katılım maliyetlerine rağmen kulüplerin yaptıkları yatırımların karşılığını özellikle ekonomik olarak geriye toplayamamaları (TV yayın gelirleri, iddia gelirleri, sporcu yetiştirme bedelleri, direk sponsorluk bedellerinin yetersizliği vs.) şeklinde olmaktadır. Bu konuya en etkili çözümün, yöneticilerimizin eğitiminden geçtiğine inanıyoruz. Artık sadece antrenörleri ve hakemleri eğitmenin, özellikle voleybolun pazarlamasına ve satışına çok da kuvvetli bir etki yapmadığı gerçeği ile karşı karşıyayız.
Hazır ve pişmiş vaziyetteki bir balığı kulüp yöneticilerimizin ağzına servis edemediğimize göre, onlara balığı tutmayı, temizlemeyi ve pişirmeyi öğretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunun da yolu ciddi eğitim programlarından geçiyor.
TVF’nin de bu bağlamda, devrim niteliğinde kararlar alması, katılım ve tescil bedellerinin kulüplerle ve lig organizasyonları ile adil şekilde paylaşımı gerektiği kanısındayız.
Şöyle bir geriye dönüp bakarsak: Bugün itibariyle TVF’nin kullandığı finansal sistem ve stratejiler; 1996 senesinden beri (Ahmet Gülüm Federasyonu) pek bir değişiklik görmeden kullanılmaya devam ediyor. Voleybolun kaynakları, katılım bedelleri, yayın haklarının TVF’ye devri ile TV naklen yayın ve Lig sponsorluklarının bedellerinin TVF’ye akması şeklinde devam ediyor.
Ahmet Gülüm’den sonra göreve gelen değerli Federasyon başkanlarımız Sn. Prof. Dr. Hüsnü Can ve Sn. Erol Ünal Karabıyık’ta bu sistemde, kulüplerin yükünü daha da arttırarak ve kulüplere, kulüplerin performansı ile oluşan lig gelirlerinden minimum finansal geri dönüşlerle devam etme yolunu seçtiler.
Fakat bugün gelinen noktada, artık deniz bitmiş özüküyor. Kulüplerimizin ardı ardına liglerden çekilme ya da kapatma kararları aldıklarını görüyoruz. Bunların içerisinde çok ciddi kuruluşlar, Kamu İktisadi Teşekkülleri, Üniversite Kulüpleri var. Şikayet hep aynı. Kaynakların yetersizliği, giderlerin çokluğu vs. vs.
Sadece üst liglere değil, alt liglere de objektif bir gözlükle bakabilirsek, 1996 dan bugünlere Türk Voleybolu’nun Anadolu’daki ciddi altyapı potansiyelini barındıran Kamu İktisadi teşekküllerinin birer birer sahneden çekildiğini görüyoruz ( DSİ, Karayolları, SGK, vs, vs.. ) . Bunun yanında özel teşebbüsün iştigal mevzularında devleri olan; ERDEMİR, ARÇELİK(BEKO) vs. gibi kuruluşların da özellikle Basketbola kaçış yaptıkları gerçeği ile yüzleşiyoruz. 1996-2000 döneminde oluşan özellikle Belediye Kulüpleri’nin ise, maalesef bu çekilenlerle aynı kalite ve istikrarı voleybola getiremediklerini görüyoruz (İtfaiye ve İETT gibi güçlü ve geleneksel bir temele sahip IBB hariç!). Sosyal kulüplerin ve semt kulüplerinin (Yeşilyurt, Şişli vs. gibi) ise büyük bir gerileme içerisinde oldukları açıkça görülüyor.
Çekilenlerin yerine mali yapı olarak daha zayıf Okul, Voleybol Okulu, hobi kulübü kökenli takımların geldiğini görüyoruz ki bu durum istikrarlı bir görünüm arz etmiyor. En son olarak, 2. Lige katılacak takım eksikliğinin 3. Lig dahi oynamamış, Bölgesel lig kulüplerine direk davetiye çıkartılarak (Çankaya Belediyesi Anka ve İstanbulspor bayan takımları) bir şekilde kapatıldığını görüyoruz.
Yani, artık liglere katılabilecek yeterli takım bulamama tehlikesi ile karşı karşıyayız!
TVF'nin 1996 yılından beri, değişik liglerde boy gösteren ve çekilen kulüplerin listelerini çıkararak, bu negatif değişimin sosyolojik, politik ve ekonomik anlamda nedenlerini araştırmasını çok faydalı olabileceği kanısındayız.
Zaten çok iyi bir durumda olmayan Futbol kulüplerimizin ise; sporda şiddet yasası ile gelen fırtınanın ardından, voleybol şubelerinin hangi konumda olacaklarını ise maalesef kestiremiyoruz!
Bu verilerin ışığında, kanımızca artık mevcut sistemlerin, mevcut Global Ekonomik gelişmeler ışığında acil önlemlerle değiştirilmesi gerekmektedir.
Konjonktür buna zorlamaktadır. Bu değişklikleri zamanında yapamadığınız sürece bindiğiniz dalı kesmeye devam edeceksiniz demektir. Dal bittiğinde ise ağacı… Birgün bakacaksınız ki; artık sıra ağaça gelmiş hatta ağaç ta kalmamış!