Bayanlardan sonra erkeklerde de Avrupa Şampiyonası heyecanı yaşadık. Ne yazık ki iki ekibimizde iyi sonuçlara imza atamadılar. Aslında beklentilerde farklıydı. Filenin Sultanları’nın final oynamasını, hatta kürsünün en üst basamağında yer almasını umuyorduk. Ama yedincilikte kaldılar. Bunun nedenlerine geçen hafta uzun bir yazıyla değindim.
Erkeklere gelince; Bayanların aksine takımımızdan fazla bir beklentimiz yoktu. Bu düşüncemi de şu cümlelerle paylaşmıştım:
“B Grubunda mücadele edeceğiz. Rakipler dişli; Polonya, Slovakya, Fransa. Bir adım yukarı çıkmak için en azından bir ekibi devre dışı bırakmamız gerekiyor. Ev sahibi Polonya’ya diş getirmek zor. Geriye Fransa ve Slovakya kalıyor. Her ne kadar erkeklerde Fransa belirli bir seviyenin üstünde yer alsa da yenilmeyecek bir takım değil. Slovakya karşısında ise en büyük avantajımız yeni antrenörümüz Zanini’nin yıllardır bu ülkeyi çalıştırdığı için tüm oyuncuları çok iyi tanıması.
Ancak asıl mesele bizim ne yapacağımız. Hangi oyuncularla mücadele edeceğiz? Sistemde bir değişiklik olacak mı? Gibi… En basit iki sorunun yanıtını bilememek. Çünkü teknik direktörümüz çok yeni ve neler düşündüğünü ancak maçlar başladığı zaman görebileceğiz. Soru işaretlerine karşın yine de umutlarımızı yitirmemek gerekiyor…”
Avrupa Şampiyonası’nın favorileri arasında gösterilen ev sahibi Polonya karşısında eski antrenörümüzün ilk altısıyla, yani ayni düzenle oynadık. İyi de mücadele ettik. Ne var ki gücümüz yetmedi. Slovakya karşısında inişli çıkışlı grafiğimiz 2-3’lük bir yenilgi getirdi. Grupta adeta fırtına gibi esen Fransa maçını ise 1-3 kaybedip Play- Off şansını yitirip evin yolunu tuttuk. Bu önemle organizasyonun bizim açımızdan kısaca özeti böyleydi. Gelelim işin detaylarına.
Grubu sonuncu bitirmemize, bir üst tura çıkamamamıza, yeni antrenörümüzün çok oyuncuyla oynama isteğinin getirdiği sıkıntıya rağmen, maçlarda iyi mücadele ettiğimiz bölümlerin fazla olduğunu düşünüyorum.
Eskiden Avrupalılar karşısında fizik olarak (boy ve güç) eksik kalırdık. Bunu dengelemek içinde teknik özelliklere önem verir bu şekilde rakiplerle baş etmeye çalışırdık. Yıllar böyle akıp gitti. Sonunda bizde uzun boylu oyuncular bulup onları yetiştirmeye çalıştık. Bunda da zaman zaman yakaladığımız jenerasyonlarla bir noktaya kadar başarılı olduk. Şu anda fizik olarak belirli düzeydeki voleybolculara sahibiz. Ama yine de güç olarak bazı ülkelerin gerisinde kalıyoruz. İşte onlardan biri de Polonya idi.
Bu açıdan baktığımda fizik olarak bizden üstün bu rakibimiz karşısında şampiyonadaki ilk maçımızda (televizyondan izlediğim kadarıyla) iyi işler yaptık. Bunun semeresini de gördük. Ancak güç eksikliği daha da ileri gitmemizi engelledi. Attıkları smaç servislerin, vurdukları smaçların şiddeti, blok yükseklikleri karşısında tıkandık kaldık.
Şimdi geriye gidip maçı bir hatırlayın. Bir tarafta Kurek, Winiarski, Zaresh (köşeler) gibi 3 silah. Karşılarında (Emre) dışında güç olarak onlardan eksik olan Halil, Kemal, Can, Metin, Gökhan. Ortalar; Nowakowski (2.05), Mozdzonek (2.11). Bizde Mustafa (2.00), Emin (2.04), Kemal (2.00).
İşte bu fizik ve güç farkına karşın blok ve zaman zaman top öldürmekte yaşadığımız zorluklar
dışında, servisleriyle, servise karşı manşetiyle, defansıyla, hücumuyla rakibiyle iyi mücadele eden bir oyuncu grubumuz vardı. Eğer 4. sette hata oranımızı (10 ‘a-3 den) daha aşağıya çekebilseydik (ki bunun bir bölümü bize 11-8 öndeyken, 11-14 geriye düşmemize yol açtı), 5. seti oynama şansını getirebilirdi. Olmadı.
Bu arada hatırlarsanız Filenin Sultanları için; “köşelerden bloğun üstünden 8-9 metrelere sert hücumlar yapmamız gerekir. Ortadan da genelde 1’e doğru yüklenmeliyiz çünkü orada ya defans yapmaktan çok içeri kaçıp iyi pas atmayı hedeflenen pasör olacak, ya da hücumu hep ön planda tutması nedeniyle köşe oyuncular kadar defans görevini yüklenmeyen, sevmeyen, genelde yerini kaybeden pasör çaprazı olur. Hadi defansa girdiler diyelim. Topla buluşan pasör olursa, o zaman bir başka oyuncu pas atmak zorunda kalacağı için organizasyonda sorunlar çıkar, atakların adresi belli olur. Top pasör çaprazına gelirse bu kez arkadan hücum yapacak en önemli oyuncu devre dışı kalır. Dikkat ederseniz, 2’ye tek ayağa dolaşan orta oyuncuların atakları genelde bu bölgeye yapılır ve sonucunda da top daha kolay ölür” diye yazmıştım. Unuttuğum bir ilaveyi de yapayım; “pasörler 2 numaradayken genelde ortaya blok yardımına gitmezler. Bu yüzden o koridordan hücum yapmak sayılar getirir.”
Erkekler bunları zaman zaman çok iyi yaptılar. Özellikle köşelerden Emre (19 sayı) ile Metin (14 sayı) bu tarz ataklarla hem topları bloktan sektirerek (yani blok autlarla), ya da bloğun üstünden 8-9 metrelere vurarak sayılar ürettiler. Ayni şeyleri Polonyalı smaçörlerde de gördük. Artık tekli blok yoksa, köşelerden topa yüklenmenin fazla bir getirisi kalmadı. Ayrıca Mustafa da ortadan 1’e yaptığı hücumlarla rakibe fazlasıyla problemler yarattı.
Devam edelim: Genelde yeni antrenörümüz çok oyuncuyla oynamayı denedi. Bunun iyi tarafı olduğu gibi kötü tarafı da var tabi ki. Çünkü oyuncu “hata yaptığım anda çıkarılırım” düşüncesi içinde olursa belki daha dikkatli oynar ama bu endişe onun oyun içindeki etkisini azaltır, temposunu düşürür. Bu ince çizgiyi iyi değerlendirmek bir teknik adam içinde olmazsa olmazlardan biridir. Oyuncularıyla bunu dengeleyen çalıştırıcılar diğerleri karşısında hep bir adım önde olur. Bunun bizim açımızdan ne oranda geliştiğini görebilmek içinde maçları mutlaka televizyondan değil de, salonun içinden izlemek gerekir. Onun için yeni antrenörümüzle, oyuncular arasında bu iletişimi zamanla daha iyi
değerlendirebileceğiz.
Slovakya karşısında ise ilk iki set adeta fırtına gibi estik. Belki çok sert değil ama taktik yönden etkili servisler, iyi manşet, Ulaş’ın smaçörleri iyi yönlendirmesi, ilk müsabakada olduğu gibi Emre- Metin ikilisiyle blok üstünden geriye yapılan ataklar, Can’ın yüzümüzü güldüren blok autları (Bu arada arkadan 5-6 arasından yapılan çabuk hücumlar çok keyif verdi), Mustafa- Emin’in 1’e vurdukları toplar, bizi bir anda 2-0 öne geçirdi.
Her şey iyi giderken, yavaş yavaş hızımız kesildi. Bunda; servislerin yumuşaması ve rakibin kolay manşet alarak ortadan yaptığı çabuk hücumlar işimizi zorlaştırırken birde servise karşı manşetlerimizin aksamasıyla denge bozuldu. Öte yandan Slovakya da oyuna sonradan giren pasör Zatko, pasör çaprazı Bencz ile Patak’ın iyi oyunları da eklenince mücadele 5. sete uzadı.
Kader seti çok gergin geçti. Sonuna kadar iki takımda birbirine üstünlük sağlayamadı. 16-17 de dışarı vurduğumuz iki top sonucu belirledi: 2-3.
Aslında istatistiklere baktığımızda blok (9’a 17) dışında her şey lehimizeydi;
Hatalar: 22’ye 28.
Servis: 14 servis kaçırdık, 2 direk sayımız var. Onlar; 21 servis kaçırdılar, 3 sayı buldular.
Servise karşı manşet: Bizim %63, Slovakya’nın %62.
Hücum: %50’e, %47 öndeyiz. Netice de yazık oldu.
Grupta fırtına gibi esen ve Slovakya’yı 3-0 yenen, ev sahibi favori Polonya’yı dağıtan Fransa karşısında
İlk iki maça oranla durgun ve isteksiz başladık. Bunun sonucunda da 0-2 geriye düştük. Grup birinciliğini garantileyen Fransa 3. sete Le Roux dışında kalan 5 oyuncusunu değiştirerek başladı. Bu toparlanmamızı sağladı. Voleybolun gereklerini yerine getirmeye başladık. Sette geldi. Böylece umutlandık. Karşılaşmayı kazanırsak play- off şansımız Polonya- Slovakya müsabakasının sonucuna kalacaktı. 4. Sete de iyi girdik. Teknik molayı 8-5 geçtik. Sonra durduk. Fransa kaçtı, biz kovaladık. 21-21 de yakaladık. Ancak son hamleyi yapamadık ve 1-3 yenilerek evimizin yolunu tuttuk. Oysa yedeklerle oynayan, bizden daha çok hata yapan (19’a 36), daha çok servis kaçıran (9’a 18), bloktan daha az sayı bulan (10’a 7) bir rakibi dize getirip en azından grubu atlamalıydık.
Bu karşılaşmadan ilginç bir istatistikle yazıyı noktalayayım: 100 hücum yaptık, bunun sadece 9 tanesi ortadan (Mustafa 2 sette 1 top, Emin 4 sette 6 top, Kemal 2 sette 2 top aldı), gerisi ise köşelerden…