Avrupa Ligi oynanmaya başladığından bu yana, elimize fırsatlar geçmesine karşın bir türlü hedefe uzanıp kürsünün ilk basamağına çıkamamıştık. Kendi takımlarında yedek bekleyen oyuncularla yola çıktığımız bu sene de umutlarımız fazla değildi. Hele grubun ilk maçlarında ortaya konan oyun işimizin kolay olmadığını gösteriyordu.
Yazılarımda bildiğiniz sık sık geriye dönüşler yaparım. Bundan amacım, önceki düşüncelerimin neler olduğunu hatırlatmak, bugün ise hangi noktaya geldiğimizi daha iyi anlatmak içindir.
Şimdi 16 Haziranda ne yazdığıma bakalım.
“ Avrupa Ligi'nde oynayan ekiplerimize gelince, gözümüze ilk çarpan şey istikrarsızlık. Bir günleri, bir diğerine uymuyor. Bence bunun 2 nedeni var. En önemlisi gençlerin teknik ve beceri eksikliği. Diğeri de takım kurgularının yanlışlığı. Sporcuların büyük çoğunluğu ligde az şans buluyor. Yani maç eksiklikleri var. Hepsini bir arada oynatırsan bu iniş- çıkışlar kaçınılmaz olur. Çünkü sorumluluk almayı bilmiyorlar. Bunu aşmak için araya mutlaka Gözde gibi, Güldeniz gibi tecrübeli, becerikli, yani her işi yapan 1-2 asker oyuncu, birde tecrübeli pasör yerleştirmek gerekir. O zaman krizleri çabuk aşarsın, gençlerde telaştan, daha doğrusu çabuk dağılmaktan kurtulurlar.
Erkek tarafında da sıkıştığımız anlarda ortaya çıkacak, takımı sırtlayacak bir smaçör eksikliği göze çarpıyor. Bakalım ilerleyen karşılaşmalarda iki takımın gençlerin performansları ne kadar artacak. Hep birlikte göreceğiz.”
7 Temmuzda ise şöyle söylemişim: “En sonda söyleyeceğimi, başta yazayım; Daha önceden televizyonda izlediğim, ancak bu kez Marmaris de iki gün seyrettiğim her iki takımımızda da olumlu değişiklikler var. Gerçi 16 Haziran da ki yazımda değindiğim konular geçerliliğini koruyor ama ilerleme de gözle görülüyor.”
Sonra da bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım. Bunlardan biri de pasörlerimizle ilgiliydi.
“İşin güzel tarafı; İki orta oyuncumuzun smaçörler kadar top almalarıydı (3 sette toplam 35 pas). Yıllardır pasörlerin, orta oyuncuları unutup, oyunu köşelere yıkmalarından, ya da ortaları ısrarla 2'ye tek ayağa dolaştırmalarından şikayet eder dururum. Onun için Çağla ve Ezgi'nin bu pas trafiğinden çok mutlu oldum. Devam kızlar. Bu belki diğer pasörleri de etkiler.”
Almanya ile yaptığımız finalin ilk maçını Bursa da seyrettim. Mücadeleden 3-1 galip ayrılmayı bildik ama ekibimizin Bulgaristan karşısındaki güzel ve rakibi didikleyen oyunumuzu bu kez sahaya yansıtamadık. Mutlaka karşılaşmanın stresinin bunda etkisi vardı, ancak iki 4 numara oyuncumuz Meliha (27 pasta 10 sayı) ve Cansu'nun (13 topta 1 sayı) hücumda eksik kalmalarının da payı fazlaydı. Bu arada bizi çok iyi tanıyan Almanların teknik patronu Guidetti'nin, smaçörlerini Cansu ile Çağla'nın koridorundan atak yaptırarak işimizi zorlaştırdığını da belirtmeliyim.
Ayrıca Bulgaristan maçları sonrası yukarıda da okuduğunuz gibi pasörlerimizin orta oyuncuları çok kullanmalarının beni çok mutlu ettiğini yazmıştım. Bu kez Çağla, servise karşı % 65, iyi manşet yüzdesi 55 olmasına karşın, ortaları genelde 2'ye dolaştırarak atak yaptırmayı tercih etti. Bu arada topu Yeliz ile buluşturmak için kendini bir hayli zorladı. Yani kolayı seçmek yerine zor olanı tercih etti. Bu da paslarının kalitesini düşürdü. Doğal olarak bu oyun ritmini de, verimliliğini de kaybettirdi.
Peki tüm bunlara karşın Almanları nasıl 3-1 yendik? Sorusuna gelelim. Etkili servislerimiz (10 direk sayı aldık), servise karşı manşetlerdeki yüksek performansımız (%65, iyi manşet %55- libero Gizem %72- iyi manşet %59. Cansu %100, iyi manşet %86), defans da ki başarımız, Yeliz'in kritik anlarda ki performansı bu sonucu getirdi.
3 gün sonra Almanya da oynanan rövanşta ise, (televizyondan izleyebildiğim kadarıyla) ilk karşılaşmaya oranla liberomuz Gizem dışında (34 kez topla buluştu, 2 hata yaptı, Yüzdesi 56, iyi manşet % 50) manşetimizin bozuk olmasına karşın, Çağla'nın orta oyuncuları tekrar devreye sokan dengeli pas trafiği (Kübra 22 top -bunun 15'i ortaya, 8'i 2'ye dolaşma-, Özgenur 11 pas -6'sı ortaya, 5'i 2'ye), iyi servis, Polen'in oyunda olduğu anlarda ki skora katkısı (11 pas, 7 sayı, yüzdesi 64, 1 de bloğu var), en önemlisi de 8'i Kübra'dan gelen 17 blok sayısı bizi mutlu sona ulaştırdı.
Şu eksikti, bu yanlıştı, böyle olmaz gibi bir çok cümle kurmamıza karşın, kızlarımız güzel bir sonuca imza attılar. Yıllardır beklediğimiz bu birincilikte emeği olan herkesi kutlarım.
Tek isteğim; yollarının uzun olduğunu düşündüğüm bu oyuncuların, yeni sezonda takımlarında daha çok görev alarak tecrübelerini artırmaları ve gelecek adına zamanı kısaltmaları.
BİR NOT:
İsmini vermek istemediğim bir voleybol dostu, “geçen yazında Zanini'nin Reşat Arığ'ın yerine sahaya çıkmasını eleştirmiştin. Guidetti de final mücadelesinde Almanya'nın başındaydı, bunun için ne söyleyeceksin merak ediyorum?” dedi.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; başkalarının ne yaptığı beni fazla ilgilendirmiyor. Ama şunu da not olarak düşeyim. Bursa'dan dönüşte Guidetti ile arabalı vapurda karşılaştık. Vakıfbank dan bir arkadaşımız, “ihtiyar heyeti”nde de iki dostla birlikte yol boyunca çeşitli konuları konuşma fırsatımız oldu. Bu arada A takım antrenörü olmasına karşın neden bu ekibin başında sahaya çıktığı da soruldu. Guidetti de “Bu gençlerden ben sorumluyum. İki maç dışında oynadığımız tüm karşılaşmalarda takımın başında ben vardım. Bu nedenle finalde de benim çıkmam çok normal” diye yanıtladı.
Bilgine sunarım...