Ulusal Takımımızın Grand Prix sınavı hafta sonu Ankara da oynanan maçlarla başladı. 1993 yılında startı verilen ve bu sene 21. si yapılan bayanların bu büyük organizasyonda, bilindiği gibi 20 takım 5 grupta mücadele ediyor. 3 etap sonunda da en iyi puana sahip 5 ekip ev sahibi Japonya ile birlikte finalde buluşacaklar. Onun için grup karşılaşmalarında her müsabakanın ayrı bir önemi var.
Aslında diğer 2 etaptaki rakiplerimize bakıldığında final yolumuz açık gibi duruyor. Çünkü Hong Kong da; Çin, Arjantin, Çek Cumhuriyeti, Tayvan da; İtalya, Dominik Cumhuriyeti, Cezayir ile oynayacağız.
Bu 6 rakibimizi yenebilir miyiz? Benim gibi bir çoğunuzun da cevabı “evet” olmalı. Hadi, “Asıl hedef Eylül ayı başında ki Avrupa Şampiyonası, orayı düşünerek yavaş adımlar atıyoruz” mazeretine sığınıp, Japonya dan sonra Çin ve Akdeniz Oyunları’nda finalde yenildiğimiz İtalya müsabakalarını kaybettik diyelim. Yinede final şansımız olabilir. Çünkü Arjantin’i, Çekleri, Dominik’i geçmemiz gerekiyor. 20 ekibin en zayıf halkası olan ve bizden başka hiçbir takımın iki kez oynamadığı Cezayir avantajını ise saymıyorum. Ayrıca gruplarda rakiplerimiz zor maçlar oynayacaklar. Hele daha ilk etapta favorilerden ABD’nin 1, Rusya’nın 2, yenilgili olduğu ortadayken, ilk 5 içinde yer alabileceğimizi düşünüyorum.
Ancak tüm bu güzel tabloya karşın yendiğimiz Tayland ile kaybettiğimiz Japonya karşısında iyi oynadığımızı söyleyemem. Tamam; iyi taktik servis atan, iyi defans yapan, en büyük özellikleri; hızlı ve değişken yerlerden atak yaparak, rakiplerinin blok ve savunma dengesini bozan, boy ve güç eksikliklerini blok autlarla, boşluklara yaptıkları hücumlarla gidermeye çalışan Tayland’ı 3-0 yenmemize karşın gerektiği gibi hamleler yapamadık.
Özellikle; pasörü 1.69, çaprazı önce 1.68, sonra 1.77, köşe oyuncuları 1.74, 1.75 olan Tayland karşısında setleri zorlukla 25-23, 26-24, 25-22 alabilen, ilk sette 10-2, 14-8, üçüncü sette 10-3, 15-8 gibi farklı önde giderken adeta fren yapan bir ekibin soru işaretleri yarattığını da vurgulamak gerekiyor. Bu arada 2. sette de tam aksini yaparak sayıları 8-12 den, 12-12’ye, 17-20 den 20-20’ye getirmeyi, 22-24 den 26-24 seti kurtarmayı da bildik. Ancak hedefi olan ekipler henüz tam olarak hazır olmasalar da bu tür iniş- çıkışları 3-0’lık bir maçta üstelikte 2 kez yaşamamalılar.
Taktiksel olarak baktığımda; Barbolini’nin her set ayni oyuncuların değişimi ve servise gelen herkese topun nereye atılacağını işaret etmenin dışında hamleler yapamadığını düşünüyorum.
Hızlı oynamaya çalışan, fizik yönünden eksik bir rakip karşısında yapılması gereken; uzun ve sert servis atıp, manşet zorluğu yaratmak, böylece çabuk atakların yerine köşelerden yüksek toplarla hücum yapmalarını sağlamak temel bir anlaştır. Ne var ki bunu onlar bize uyguladılar. Bu nedenle 108 ataktan 88’ini köşelerden yapmak zorunda kaldık.
Tayland karşılaşmasının aksine Japonya maçı daha farklı oldu. Köşelerden hücumlarla sonuca gitmek isteyen, yani bir Avrupa ekibi görüntüsü veren Japonya’yı 2 gün önce Tayland’ın nasıl bocalattığını göremedik. Uzun servislerle toplam 93 hücumun 85’ini köşelerden yapmalarını sağladılar (3 sette orta oyunculara ancak 6 top attılar. Gerçi Taylandlı kısa köşe oyuncuların üstünden “kolay geçeriz” düşüncesi de bunda etkili oldu diyebiliriz ama bizim karşımızda da farklı değillerdi). Biz bunu bile bile servisi genelde liberoya attık. Yani 93 servisin 42’sini onunla, 28’ini Saori, 10’unu da pasör çaprazı olarak görev yapan ama manşete giren Risa ile buluşturduk. Halbuki 164 atağın 133’ünü köşelerden yapan rakibimizin bu oyuncularına servis atıp hücumdan düşürmemiz daha mantıklı olmaz mıydı? Onların 85 servisinin 53’ünün Gözde, Neriman, Seda ile buluşması gibi…
En çok takıldığım noktaların başında ise, servis atan her oyuncuya antrenörün topu nereye yönelteceğini göstermesi. İtalyanların çok sevdiği ama bana göre sahada mücadele edenlere teknik adamların fazlasıyla haksızlık yaptıklarını, onları sıradan kişiler olarak nitelendirdiği, “maçın tek hakimi benim, ben düşünürüm sizlerde uygulamak zorundasınız” egolarını ön plana çıkardığı bir davranış olarak değerlendiriyorum.
Tabi ki maç içinde bir teknik adam, taktiksel ataklar yapmak adına; oyuncularına nereye servis atmaları, nerede defans yapmaları gerektiğini, rakibin hangi bölgelerinin boş olduğunu, hücumun hangi koridordan yapılırsa sayı getireceğini söyleyerek sahada mücadele edenleri yönlendirmelidir. Ama her servise gelene ne yapacağını işaret etmek, üstelikte bir önceki paragrafta değindiğim gibi çoğunluğunu liberoya attırıyorsa hiç hoş bir davranış değil. Ankara da bizim dışımızda ki 3 ekibin çalıştırıcısı da bunu yapmadı. Barbolini Cezayir gibi bir rakip karşısında bile kızlarımızı rahat bırakmadı.
Şimdi biraz empati yapalım. Maç öncesi rakip takımın ne yaptığı? Nasıl oynadığı? Hangi oyuncunun hangi zaafı olduğunu video izleyerek görüyor, öğreniyorsunuz. Üstelik karşılaşmaya çıkmadan önce kimin manşetinin zayıf olduğunu, servislerin nerelere ve kimlere atılması gerektiği de son kez hatırlatılıyor. Ve oyun başlıyor, her servise geldiğinizde antrenörünüz sanki daha önce hiç söylememiş gibi topun nereye atılması gerektiğini işaret ediyor. Bunu da devamlı yapıyor. Ne yaparsınız?
Eminim ki bir çok oyuncu, “bu teknik direktör bize güvenip, sorumluluk vermiyor. O zaman bende tepki almamak için rakip oyuncunun önüne- arkasına, sağına-soluna atıp risk almak yerine, ne yapar eder, yumuşakmış, kolay alıp çabuk hücuma yönelirlermiş diye düşünmeden nereyi işaret ediyorsa oraya atarım” diye içinden geçiriyordur.
İşte bu nedenle İtalyan antrenörlerin, Ulusal Takımımızda forma giyen sporcularımızın, kariyerini, tecrübelerini, hangi platformlarda mücadele ettiklerini yok sayıp, onlara yıldız takım oyuncusu gibi davranmalarını kabullenemiyorum.
Tayland da yapılan Dünya Şampiyonası’nda yıldız kızlarımız (U18), Gençler Avrupa Şampiyonası’ndaki gibi 8 maçta aldıkları bir yenilgiyle sistemin kurbanı olup 9. sırada kaldılar. Oysa İtalya, ev sahibi Tayland, Peru, Meksika engellerini aşıp gruptan birinci çıktılar. Ne var ki 1-16 mücadelesinde C Grubu dördüncüsü Dominik Cumhuriyeti’ne 1-3 kaybederek çeyrek finali, büyük bir olasılıkla da dereceyi kaçırdılar. Klasman maçlarında Tayland’ı 3-0, Yunanistan’ı 3-1, son olarak İtalya’yı 3-2 yenmek ise tesellimiz oldu. İşin ilginç tarafı grubumuzda 3-1 ile geçtiğimiz Peru 4. sırayı elde etti. Sonuçta Dominik Cumhuriyeti mağlubiyeti bize pahalıya patlamış oldu. Aslında onlarla eşleşmek şansızlıktı. Çünkü ikinci ABD, üçüncülüğe uzanan Brezilya ile ayni gruptaydılar. Üstelikte ABD’yi deviren Slovenya’yı yenmelerine karşın 1 set averajıyla dördüncü sırada kaldılar. Yani yabana atılacak bir takım değildi. Yine de daha iyi bir ekip olduğumuz için bu engeli de aşıp yolumuza devam etmemiz gerekirdi.
Asıl söylemek istediğim uygulanan sistem. Çok ülke katılsın diye takım sayısı artırıldı. 20 ekip 5’erli 4 gruba ayrıldı. Gruplarda herkes birbiriyle oynuyor ve puanlara göre sıralama oluşuyor. Sonra ilk 4, çapraz sistemle diğer grupla eşleşiyor. Kazananlar çeyrek finale yükselirken, kaybedenler 9-16 için kozlarını paylaşıyor. Ben, sistemin değiştirilip, ikinci etabın da eleme yerine grup olmasından yanayım. Şampiyonanın gün sayısı mı artırılır, gruplardan çıkan ekiplerin sayısı 4’den 3 mi indirilir bilemiyorum. Ama özellikle yıldızların, hayatlarının bu önemli ilk turnuvasında, daha adil bir yapılanma içinde, daha az stresli bir ortamda mücadele etmeleri gerektiğini düşünüyorum.