Voleybol yazısına diğer bir branşın terimiyle başlamak çok doğru değil ama başka türlü başlık atmaya da içim el vermedi. Çünkü her ne kadar şampiyonluk beklediğimiz Filenin Sultanları Avrupa Şampiyonasını 7. sırada bitirseler de neticede onlar bizim kızlarımız. Kazandıklarında nasıl seviniyorsak, kaybettiklerinde de sahip çıkıp teselli etmek zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Voleybolun çıtasını zirveye çekerek beklentileri çok yükselttikleri gerçeğinden yola çıkarsak, ben alınan sonucu tabi ki başarısızlık olarak nitelendiriyorum. Onların bu şampiyonada gerektiği gibi mücadele etmediklerini, hatta eski maçlarında yenilirken bile bu kadar temposuz oynamadıklarını bu kadar hata yapmadıklarını televizyondan da olsa gözlemledim.
Tabi ki bunların nedenleri var. Bu başarısızlığımızın eksenine; ne sadece oyuncularımızı, ne teknik kadromuzu, ne de diğer etkenleri tek başına oturmamak gerekiyor. Çünkü bunlar bir bütündür.
Hepsinin de sonuçta yeri vardır. O zaman fazla uzatmadan ve maçlara geçmeden genel bir değerlendirme yapayım.
En başta (her ne kadar sahada onlar mücadele etmeseler de) TVF yanlış bir karar vererek Barbolini’yi takımın başına getirdi. Amaç; Motta dan sonra kariyeri ve başarıları ondan daha iyi olan birinin göreve gelmesiydi. Bu açıdan bakılınca doğal olarak Barbolini ve Guidetti ön plan çıktı. Guidetti’nin Alman ulusal ekibiyle sözleşmesi olması tek bir alternatif kalmasına yol açtı. Üstelikte kariyeri tartışılmaz Barbolini’nin iki büyük avantajı vardı.
1-Yıllardır İtalya ile bize karşı çok maça çıktığı için oyuncularımızı iyi tanıyordu.
2-Ayrıca Galatasaray da görev yaptığı için ligimizi, oyuncularımızın yapısını, karakterini iyi anlayacak, ülke insanının mantalitesine yaklaşabilecekti.
Bu düşüncenin yanlış olduğunu her halde kimse söyleyemez. Ancak bunun dışında gözden kaçan şey; her türlü başarıyı yakalamış teknik adamın doygunluğu ve sakin yapısı nedeniyle oyuncularımızı özellikle maçlarda motive edecek, oyun içinde onları itecek, yani onlarla bütünlük sağlayacak davranışlardan uzak görüntüsüydü.
Barbolini ilk açıklandığında yukarıda belirttiğim düşüncelerimi bizlerle paylaşmıştım. Sezon bittiğinde ise, teknik olarak da eleştirmiş, (Manşet Voleybolun Sesi Dergisi’nin Haziran sayısında); “Ulusalların Mersin’deki turnuvasına göz atarsak; Filenin Sultanları’nın hedefi vurması hiç de zor görünmüyor. Yazılarımı okuyanlar bilirler, bayan takımımızın şu anda Avrupa’nın 1 numarası olduğunu, Dünya’da da ilk 3 içinde yer aldığını vurgulayıp duruyorum. Gerçektende yaşları genç ama tecrübe yönünden çok üst düzey bir jenerasyona sahip olmanın mutluluğu ve güvenini taşıyorum. Onun için kimse korkmasın Mersin de İtalyanları geçip kürsünün en basamağına çıkarız. Tek endişem, bu sezon Galatasaray Daikin’in başında sahaya çıkan ama Ekim ayından, ligin bitimi olan Nisan sonuna kadar geçen 7 aylık sürede sarı- kırmızılıların servise karşı manşet sorununu çözemeyen bir teknik adamın ilk kez görev yüklendiği ulusal takımımızda neler yapacağını kestiremiyorum oluşum. Eğer ünlü İtalyan antrenörümüz Massimo Barbolini, bir macera aramaz ve normal kadromuzu sahaya sürerse Sultanlarımız zirve yapar.” Diye yazmıştım.
Oyuncularımıza gelince; Açıkçası ilk paragrafta yazdığımı buraya tekrar alayım: “Onların bu şampiyonada gerektiği gibi mücadele etmediklerine, hatta eski maçlarında yenilirken bile bu kadar temposuz oynamadıklarını bu kadar hata yapmadıklarını televizyondan da olsa gözlemledim.”
İşte işin bir cümle ile özeti bu. Yoksa servise karşı manşet eksikliğimizi, hücumlarda yaptığımız hataları (ısrarla 5’e vurduk, halbuki 1’e yapılacak atakların getirisi daha çok olurdu. Çünkü orada ya defans yapmaktan çok içeri kaçıp iyi pas atmayı hedeflenen pasör olacak, ya da hücumu hep ön planda tutması nedeniyle köşe oyuncular kadar defans görevini yüklenmeyen, sevmeyen, genelde yerini kaybeden pasör çaprazı olur. Hadi defansa girdiler diyelim. Topla buluşan pasör olursa, o zaman bir başka oyuncu pas atmak zorunda kalacağı için organizasyonda sorunlar çıkar, atakların adresi belli olur. Top pasör çaprazına gelirse bu kez arkadan hücum yapacak en önemli oyuncu devre dışı kalır. Dikkat ederseniz, 2’ye tek ayağa dolaşan orta oyuncuların atakları genelde bu bölgeye yapılır ve sonucunda da top daha kolay ölür) açık toplarla blok üstünden hücum yapamadığımızı, bloklarımızın çalışmadığını, düz voleybol oynamakta ki ısrarımızı, defans yerleşimindeki sorunları mücadelemizle dengeleyebilirdik.
Bu arada antrenörümüzün hiç katkısının olmadığını, sadece klasik oyuncu değiştirmesinin de bizi zorladığını ilave edeyim. Hadi bir sette olsa ortaların veya köşelerin yerlerini değiştirmeyi düşünmedik de, tüm setlere ayni şekilde başlamak yerine 1-2 pozisyon döndürerek de bir arayış içine giremez miydik? (17 set oynadık. Sadece 2 kez değişik başladık) Barbolini’nin oyuncularımıza bunu yapacak kadar da mı güveni yok?
“Türk antrenör olsun en azından oyuncularımızı iyi tanıdığı için bir takım değişiklikleri, arayışları rahat yapar, ayrıca mutlaka B-C- D planları vardır. Hepsinin ötesinde ortak dilleri vardır.” Dediğimizde söylenmedik laf bırakmayan voleybol “bilgeleri”, bir soruda size: “küçümsediğiniz antrenörlerimizden biri takımın başında olsaydı, bundan daha kötüsü olabilir miydi?”
Son olarak bir hafta önce de sıkıntılarımıza ve yapmamız gerekenlere değinmiştim (Büyük sınav başlıklı yazı). Sonuçta un vardı, şeker vardı, geriye helva yapmak kalıyordu ama beceremedik ve hedefin, hem de bir hayli uzağına düştük.
Beni üzen bir başka şeyde; gelecek Avrupa Şampiyonası finallerine artık direk katılamayacak oluşumuz. Yani artık eleme müsabakaları bizi bekliyor. Aslında fazla dert etmeye gerek yok. Hep vurguladığım gibi biz iyi bir takımız ve ne olursa olsun engelleri aşıp 2 yıl sonra yine bu zorlu arena da olacağız. Olacağız da bu avantajlı ortamı elinin tersiyle iten Filenin Sultanları’nın, bu dönem değişikliğe giden (Biz, Almanya, Sırbistan dışında), yeni oyuncularını sahaya süren, 2 yıl sonra bunun semeresini tecrübelenerek görecek olan rakiplerimiz karşısında ne yapar? Onu kestiremiyorum.
BİR SORU
Eski bir antrenör olarak, bir maç öncesi rakiplerimizle kendimizi kıyaslarken hep şöyle düşünürüm: “Bu takımın başında olsam rakibimden hangi oyuncunun benim kadromda olmasını isterim?”
Bu kez ayni soruyu size sorayım; “ulusalların başında antrenör olsanız, yenildiğimiz Almanya ile Rusya dan hangi oyuncuları alıp (duygusal davranmadan) ilk 6 da görevlendirirdiniz?” İsimleri de vereyim.
PASÖRLER: Naz, Weiss (Almanya), Pankova (Rusya).
PASÖR ÇAPRAZLARI: Neslihan, Kozuch (Almanya), Obmochaeva (Rusya).
ORTALAR: Bahar- Büşra, Fürst- Ssuschke (Almanya), Morozova- Shlyakhovaya (Rusya).
4 NUMARALAR: Gözde- Seda, Brinker- Beier (Almanya), Kosheleva- Pasynkova (Rusya).
LİBEROLAR: Gizem, Dürr (Almanya), Kryuchkova (Rusya).
Oyuncuların bir çoğunu defalarca çıplak gözle izlemiş, yani onların tanıyan bir kişi olarak seçimimi şöyle yapardım:
PASÖR: Naz.
PASÖR ÇAPRAZI: Neslihan
ORTALAR: Fürst- İkinci isimde kararsız kaldım, biraz ağır olmasına rağmen Morozova olabilir.
4 NUMARALAR: Gözde, Kosheleva.
LİBERO: Gizem
Görüldüğü gibi oyuncularımızın dördünü teknikleri, kapasiteleri ve oyuna katkıları nedeniyle diğer rakiplerimizden üstün tutuyorum. İşte bu yüzden aldığımız iki yenilgiyi de kolay kolay kabullenemiyorum. Üstelikte bu iki takımın finalde buluştuğunu düşündükçe içim daha da daralıyor.
MAÇLAR
Hollanda karşısında kazandık ama iyi değildik. Gerçek tempomuzu oyunun her bölümünde sahaya yansıtamadık. Çok hata yaptık. Servise karşı manşetlerde zaman zaman sorun yaşadık. Bloklarda eksik kaldık. Rakibin çok iyi defans yaptığını söyleyerek verdiğimiz iki sete özür bulmaya çalıştık. Halbuki 4’den çapraza ataklarda ısrarcı olmamızın bunda payı çok fazlaydı. Sonuçta; daha çok servis kaçırmamıza (11’e- 5), daha çok direk sayı almamıza (8’e-3), servise karşı manşetlerde fark atmamıza (%69, Exc: % 54- onlar: %44, Exc: % 29), hücumlarda (%41’e- %33) önde olmamıza karşın, hatalarımızın fazlalığı (30’a-25), blok sayımızın düşüklüğü (8’e-15) nedeniyle ancak 3-2 kazanabildik.
İspanya zaten rakibimiz değildi: 3-0.
Almanya karılaşması ise kaderimizi belirledi. Eğer kazansaydık. Direk çeyrek finale çıkacak ve Hırvatistan ile oynayacaktık (gerçi maçlar sahada kazanılır ama, yine de geçer yarı finale çıkardık). Kaybedince işler doğal olarak zorlaşmış oldu.
Peki Almanlara neden yenildik? Öncelikle durgun oynadık. Ayni servisi atamadık. Bazen rakibi bunalttık ama hedef oyuncuyu bulmak için servisi yumuşattığımızda (Genelde önden manşet için açılan oyuncuya attık. Bu ısrar yerine zaman zaman 1’e de uzun servisler yönlendirseydik, rakibi daha çok zorlardık. Çünkü o bölgeden çıkan toplar genelde pasörün arkasında kalacağı için, atak çeşitlemeleri azalır, büyük olasılıkla da orta oyuncuları bu kadar aktif hale getiremezlerdi), onlara çabuk oynama fırsatı tanıdık. Blok ve defans yerleşiminde aksadık. En önemlisi de biz hücumda yine ısrarla 4’den çapraza atak yaparken, Almanlar daha becerili ve daha alternatifli oldular. Ortaları topla çok buluşturdular (Bahar 4- Büşra 7= 11. Onlar: Fürst 13- Ssuschke 13= 26). Özellikle Fürst’ün 2’ye dolaşıp tek ayak smaçlarına çözüm üretemedik. Oysa istatistikler; direk hata oranı (22’e 15) ve hücumda ki küçük fark (%39’a- %44) dışında bizim lehimizeydi (Servis: 11 kaçtı, 6 direk sayı aldık. Almanya 8 kaçırdı, 2 sayı aldı. Manşetler: Exc: %21-%21 eşit. Blok sayısı (10’a- 4 öndeyiz). Bu arada bir de küçük not ekleyeyim. Ünlü antrenörümüz bu önemli karşılaşmada sadece Güldeniz’i oyuna sokarak herkesi şaşırtmayı başardı.
PLAY-OFF VE ÇEYREK FİNAL
C Grubu üçüncüsü Beyaz Rusya bize zorluk çıkaracak güçte değildi. Sonuçta beklediğimiz gibi 3-0 oldu.
Çeyrek finalde ilk altısı yarı yarıya yenilenen Rusya karşılaşması da beklenildiği gibi olmadı. En büyük silahımız servisler (sürekli dışarıdan talimat aldıkları için genelde yumuşaktı) manşet sorunu yaşayan rakibimize fazla sorun çıkartmadı. Bu konuda sıkıntı yaşamayan Rus oyuncular uzun boylarının da avantajıyla rahat hücum yaptılar. Doğal olarak bu blok zaafımızı iyice ortaya çıkarırken, defans yerleşimini de aksattı. Buna bir de yüksek bloklara takılmamızı ekleyince işler karıştı.
Onlarsa servislerine fazlasıyla karşılık buldular. Bu arada Gözde- Gizem ikilisinin Seda’yı saklamak için geniş bir alanı kontrol etmeye çalışmalarının getirdiği yerleşim sorunu (topun karşısına geçmek yerine uzanarak manşet almak zorunluluğu) hataları katladı.
Ayrıca Rusların alışılmadık bir şekilde ortadan çabuk hücumu denemeleri de ayrı bir sıkıntıydı. Sonuçta tüm bunlara önde olma avantajını bile koruyamadığımız gerçeğini de eklendiğimizde (1. Set: 8-4, 8-10. Sonra da 9-14. Yani 1 sayıya 10 sayı, 2. Set: 21-17, 22-20. 23-25 kaybettik. 3. Set: 8-4, 13-9 ve 13-14) yenilgi kaçınılmaz oldu.
Genel istatistik verilerini de vereyim:
Servis: 6 kaçtı, 4 direk sayı aldık. Onlar; 6 servis kaçırdılar, 6 sayı buldular. Fark: 2 sayı
Servise karşı manşet: %57- Exc: %34 bizim. Rusya: %56- Exc: %37: Fark: 1 parmak.
Hücum: %35’e karşın %42. Fark: fazla.
Blok: 10’a 16. Fark: Ciddi.
Son söz: Üzüldük. Çünkü gerçekten iyi oynamadık. Eski maçlarımızın temposunu ve direncini çok aradık. Sonuçta da tuş olduk. Ancak asla yılmak yok. Daha doğru adımlarla, hataları azaltarak, voleybolumuzu renklendirecek hücumları yaparak, tekrar ayağa kalkıp yürümeliyiz. Önümüzde bir çok önemli organizasyon bizi bekliyor. Bu yedinciliği unutturacak sonuçlar alıp “Filenin Sultanları” nın ve voleybolumuzun gündemde kalmasını hep birlikte sağlamalıyız.
SIRADA ERKEKLER VAR
Bir heyecanı geride bıraktık ama yenisi kapımıza geldi çattı. Şimdi sırada 4 gün sonra (20-29 yani Cuma günü başlıyor) erkeklerin Avrupa Şampiyonası sınavı var. B Grubunda mücadele edeceğiz. Rakipler dişli; Polonya, Slovakya, Fransa. Bir adım yukarı çıkmak için en azından bir ekibi devre dışı bırakmamız gerekiyor.
Ev sahibi Polonya’ya diş getirmek zor. geriye Fransa ve Slovakya kalıyor. Her ne kadar erkeklerde Fransa belirli bir seviyenin üstünde yer alsa da yenilmeyecek bir takım değil. Slovakya karşısında ise en büyük avantajımız yeni antrenörümüz Zanini’nin yıllardır bu ülkeyi çalıştırdığı için tüm oyuncuları çok iyi tanıması.
Ancak asıl mesele bizim ne yapacağımız. Hangi oyuncularla mücadele edeceğiz? Sistemde bir değişiklik olacak mı? Gibi… En basit iki sorunun yanıtını bilememek. Çünkü teknik direktörümüz çok yeni ve neler düşündüğünü ancak maçlar başladığı zaman görebileceğiz.
Soru işaretlerine karşın yine de umutlarımızı yitirmemek gerekiyor…