Geçen hafta tüm köşelerimde yayınladığım “BAYRAĞIMIZA SAYGISIZLIK” başlıklı yazım sadece voleybol ailemizin değil, duyarlı tüm vatandaşlarımızın tepkisini aldı, almakla kalmadı konu Gençlik Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, Gençlik Spor Bakanı Çağatay Kılıç'a aksetti... Hatta bir parti tarafından Meclis gündemine taşınacağı duyumunu aldım...
Şanlı Bayrağımızı hafife alanların aradan geçen bir haftaya rağmen hala ortaya çıkıp, Türk Ulusundan bir özürü çok görmeleri düşündürücüür...
Unutmayacağız, unutturmayacağız...
OKUYAMAMIŞ OLANLAR İÇİN...
Yazıyı okumak için tıklayınız...
BİR ACI KAYIP DAHA : NURDAN AYÇELİK...
Yaprak dökümü fena devam ediyor...
2014 Voleybolumuza kabus gibi çöktü...
Voleybola İzmit Yarımca Spor'da başlayan, sonrasında Eczacıbaşı ile Genç ve A Bayan Milli Takımlarımızda görev yapan Nurdan Ayçelik'in de vefatını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum...
Tanrı'dan rahmet diliyorum...
Başımız sağ olsun...
SON GÖREV...
Ve Cengiz Göllü Ustamızı kalabalıklarla defnettik, sonsuzluğa uğurladık...
Daha önce de paylaşmıştım, bu uğurlamaların en önemli anı Hoca Efendinin cenaze namazında sorduğu “Nasıl bilirdiniz ?..” sorusu ve istediği helalliktir...
Dün Göllü ağabey kitlelerin en içten “Çok iyi bilirdik...” cevapları ve içten gerçek helallikleriyle uğurlanarak bedeniyle toprağa emanet edildi...
Duygusal kucaklaşmaklaşmaların yaşandığı, ismini taşıyan Cengiz Göllü Voleybol Salonu'ndaki hazin tören sonrası, naaşının getirildiği Bursa Ulucami'nin avlusu hafta başı/iş günü olmasına rağmen, Cengiz Göllü'ye son görevlerini yapmak için Türkiye'nin dört bir tarafından gelen sevenleriyle doldu, taştı... Mezarlık kalabalığı zor aldı... Defin sırasında mezarı üstüne bir kürek toprak atabilmek için yırtındım, sonunda o onuru yaşadım...
Bu çok acılı günde hemen hemen tüm voleybol camiasının Bursa'da toplanması ve kucaklaşarak acıyı paylaşması çok anlamlıydı... Bu camia en son Değer Eraybar'ın Teşvikiye Camisindeki cenaze töreninde böylesine kalabalık bir araya gelebilmişti...
Cengiz Göllü Voleybol Salonu'ndaki hazin törende spikerlik yapan (!), onu da önündeki kağıttan bile tekleyerek okuyarak başaran (!) Mutlu Başkan gene yapacağını yaptı, o salonun yapımında en büyük emeği geçen önceki Federasyon Başkanı Erol Ünal Karabıyık'ı mikrofona davet etmedi... Ancak Arzu Göllü bu büyük ayıbı mikrofon kendisindeyken telafi etti, Federasyona ders verircesine ters köşeye yatırdı, Karabıyık'ı nezaketle konuşma yapmak üzere kürsüye davet ederek bir nebze olsun bu ayıbı tek başına telafi etti, “Vefa” kelimesinin ne anlama geldiğini cümle aleme gösterdi... Helal olsun ona... Alnından öpüyorum...
Bu konuşmanın bazı TV'lerden verilen salondaki genel tören yayınından makaslanmış / makaslandırılmış (!) oluşu da küçük insanların ayrı bir Karabıyık Başkan fobisi, kompleksi ve ezikliğidir...
Bu “Pas” geçmeyi salonda hemen hemen kimle görüştüysem ayıpladığını gördüm... Vefakar eşi Hümeyra abla ise evlliklerinin 50. yıldönümünü hastane odasında geçirdiklerini ifade ederken hıçkırıklara boğuldu, hepimizi de ağlattı...
Konuşma yapmaları içn kürsüye davet edilen, Cengiz Göllü'nün sadece Türk voleyboluna değil, Türk sporuna armağan ettiği tarihi kitabın hazırlanmasına ve basılmasına öncülük eden 2 önceki Federasyon Başkanı Ahmet Gülüm, Türk Bayan voleybolunun, A Milli takımımızın ve Eczacıbaşı'nın sembol takım kaptanı Selcan Teoman ve Eczacıbaşı Spor Kulübü Başkanı Faruk Eczacıbaşı da çok duygusal konuşmalar yaptılar, Cengiz Göllü'nün Türk Bayan voleybolunun gelişmesine, Türk kadınının çağdaşlaşmasına öncülük yaptığını, yerinin asla doldurulamayacağına dair vurgulamalarda bulundular...
Bu arada törende bulunan, kısa adı VAD olan ve biz tüm antrenörleri temsil eden Voleybol Antrenörleri Derneği'nin Başkanı Jeyan Erben'e ve de en fazla kez, en fazla süreyle Voleybol Federasyonu Başkanlığı görevide bulunan, aynı zamanda en eski voleybol Milli Takım antrenörlerinden biri olan Naci Bayamlıoğlu Başkana da söz verilse iyi olurdu diye düşünüyorum...
Maalesef ne üzücü ve düşündürücüdür ki, koca Federasyon (!) bunları akıl edemedi veya etmek istemedi ?... Hem de böylesine önemli bir cenaze öreninde ?...
Şimdi başta eşi Hümeyra abla, kızları Emel ve Arzu olmak üzere hepimiz gene klasik bir geçiş süresi yaşayacağız... Allah'ın verdiği dayanma gücüyle acıya direneceğiz... Ancak zaman ilerledikçe acının geri çekilirken bırakacağı boşluğa git gide özlem dolacak, dolacak, taşacak... İşte o sürece dayanılması da bir başka berbat olacak ?...
Cengiz ağabey oturduğu gönül tahtımızda hepimizin son nefesine kadar yaşayacak !... Sonrası... Dedim ya... Tekrar buluşma vakti gelecek, elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmyacak !...
Özel teşekkür : Üstteki tören fotoğraflarını anında bana ulaştıran Tekin Ateşnal ustaya teşekkür ediyorum...
SAYGISIZLIK, VEFASIZLIK BU OLSA GEREK ?...
Eşsiz antrenör, Türk Bayan Voleybolunu çağdaşlaştıran mimarı, yoktan var eden yetiştirici sihirbazı, büyük usta Cengiz Göllü ağabeyin vefatı sonrası kıldan, tüyden yer ve vakit hırsızlığı yapan spor sayfalarında, spor programlarında üstün körü geçiştirilmesini vefasızlık, nankörlük, dahası saygısızlık olarak nitelendiriyorum...
Pazar günü Kanal D'de Bülent Eczacıbaşı röportajını izledim tesadüfen... Türk voleyboluna çağ atlatan spor devrimcisi Eczacıbaşı Spor Kulübü'nün abidesi Şakir Eczacıbaşı'ndan tek söz yoktu !...
Sports TV'de 2 önceki Başkan Ahmet Gülüm'ün duyarlılığı, spor programını Cengiz Ağabey ile açan Şansal Büyüka'nın zerafeti gönüllerimizi okşadı... Gözümden, dikkatimden kaçanlar varsa, bağışlasınlar...
Bu müstesna insanın aramızdan ayrılmasından sonra bu kulüp çok değişti... Önce forma rengi portakalın rengini aldı, vitaminini ayaklara döktü... Bayanları, kızları bir anda “Kadın” oluverdiler tanımlamalarda ?... Halbuki Şakir bey, herkesin huzurunda, sporcularına “Kadın” diyen ismi lazım değile kaşlarını çatmış, sesini alabildiğince yükseltmiş, “Ben sporcu kızlarıma “Kadın” dedirtmem !...” diye kükremişti...
Yanarım, 3 çok özel insana yanarım... Kulübün, geçmişinden onları çıkardığınızda ne kadar sıradanlaştığı ortaya çıkar...
ŞAKİR ECZACIBAŞI... AYDAN SİYAVUŞ... CENGİZ GÖLLÜ...
Şimdi Eczacıbaşı Grubunun geç kalmış da olsa yapması gereken, bu 3 büyük spor adamının yan yana heykellerini dikmektir...
Yanlış anlaşılmasın, onlar zaten ölümsüzler... Bu 3 heykel Eczacıbaşı'nı sporda daha da saygınlaştırır, ölümsüzleştirir...
Nazım Hikmet'in oğlu, Altınyurt Spor Kulübü'nün babası, her şeyi, Voleybol Erkek Milli Takım eski antrenörümüz, sembol voleybolcumuz Kenan Bengü'nün babası, Edebiyatçı Memet Fuat'ı (Mehmet Fuat Bengü) aramızdan ayrılışının 12. yılında (19 Aralık 2002) saygı, özlem ve rahmetle anıyoruz...
MEMET FUAT BENGÜ'YÜ SAYGI , RAHMET VE ÖZLEMLE ANIYORUZ...
“Onun mavi gözlerine baktığın zaman orada beni de gör..." diyordu Nazım, Piraye'ye 1933'lerde Bursa cezaevinden yazdığı sayısız mektuplarının birinde...
1950'lerde ise Üsküdar cezaevinden O'na yazdığı bir diğer mektupta "Velhasıl sen benim en güzel yıllarımın ve yüreğimin içinde dünyanın en güzel ve en iyi kadın başıyla yan yana ve ondan ayrılmaz bir haldesin..." demişti...
O, öz oğlu gibi sevip, bağrına bastığı Memet Fuat'tı...
Türk edebiyatının en büyük ustalarından birisi olan, yazılarında ağırlıklı olarak düşünce özgürlüğü ile hoşgörü üzerinde duran, çağdaş Türk şiiriyle yakından ilgilenen, sayısız ödül sahibi Memet Fuat hoca ile ilk karşılaşmam 1970 yılında Cağaloğlu yokuşunda oldu...
O ana kadar hiç tanıma onuruna erişemediğim, bu büyük insan, aynı zamanda unutulmaz şairlerimizden de olan, çok sevdiğim, çok şey öğrendiğim ve bende edebiyatın, şiirin ilk pırıltılarını keşfedip, yüreklendiren rahmetli edebiyat hocam Sabri Altınel ile birlikte kol kola yokuşu sohbet ederek tırmanıyorlardı...
1971 yılının sonbaharında İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Gümüşsuyu'ndaki spor salonunda Altınyurt ile yapacağımız gençler maçı için Beyoğluspor formasıyla ısınmaya çıkınca o melek yüzlü tonton beyin Altınyurt'un başında antrenör olduğunu görünce çok şaşırdım...
Bu iki rastlantının arasında bağlantı kurmaya çalışırken 5 setlik maç çoktan bitmişti... Üzerinde siyah bir balıkçı yaka kazak vardı...ve kazağının üzerinde, kalp hizasında kırmızı yuvarlak içerisinde, Altınyurt Spor Kulübünün logosu olan siyah bir küçük "a" harfi vardı... Bu armayı daima göğsünde zevk ve onur duyarak taşıdı...
Altunizade ve çevresindeki küçük çocuklara ve gençlere futbolu ve özellikle voleybolu aşıladı ve sevdirdi... Bununla kalmadı, bu gençleri, Altınyurt Spor Kulübü çatısı altında amatörce toplayarak, gizli profesyonellerin oynadığı Deplasmanlı Voleybol Ligine taşıdı...
Ülkemize modern voleybolu getirerek, sadece Altınyurt'ta değil A milli takımımıza da cesaretle uygulatarak öncü oldu ve yeni bir çağ açtı. Benim de büyük keyif alarak aralarında bulunduğum yeni ve fanatik bir seyirci tribünü oluşturdu...
Sabırlı oluşu, kararlılığı ve programlılığı ile sayısız voleybolcu yetiştirdi... Bunların içinde Türk voleybolunun büyük yıldızları olan Dünya'yı ve oğlu Kenan'ı hep senelerce ayakta alkışladık, idareci olarak ta alkışlamaya devam ediyoruz...
Mütevazı, güler yüzlü, hoşgörülüydü... Ancak planlı, tertipli ve disiplinliydi... Tam bir İstanbul beyefendisiydi...
Türk edebiyatına da sadece 80 kitaplık bir kütüphane etmekle kalmadı... Dünya edebiyatının devi Nazım Hikmet Ran'ın da tüm yazılarını, şiirlerini, mektuplarını itinayla derleyerek, sadece Türk edebiyatına değil, dünya edebiyatına onun eserleriyle zenginlik ve zevk kattı...
Memet Fuat Bengü hoca ile konuşmak yükselmek, O'na dokunmak, Nazım Hikmet'e dokunmak gibi bir şeydi...
Edebiyatçı olduğu kadar yayıncıydı... gazeteciydi... Bir kültür adamıydı... Bir ayaklı kütüphaneydi... Bir ekoldü...
Hocamız artık aramızda değil... Kütüphaneler mahzun... Kitaplar biraz daha sararıyorlar...
Altunizade sanki daha sessiz... Dahası, gittikçe artan bir özlem var !... Bu özlem Üsküdar'dan, Kadiköy'den, tüm İstanbul'dan ve hatta tüm Türkiye'den duyulmakta !...
Altınyurt Spor Kulübü'nde hala onun ruhu ve felsefesi hakim !... Memet hoca eminim, bizlerden epey uzaklarda bir yerlerde, belki bir şelalenin dibinde, salkım söğütlerin altında, iki güzel insanla beraber, coşku içerisindedir !... Gönülleri kadar zengin... Hürriyet gibi aydınlık !... Nazım ve Piraye... Ve
karşılarında Abidin Dino vardır... Nihayet mutluluğun resmini yapabilmektedir !... En güzel resim eminim orada yapılan olacaktır !...
NEJAT SANCAK FARKI...
Dilimde tüy bitti, Türk antrenörlerine ülkemizde başta Federasyonumuz olmak üzere kulüpler tarafından konulan gizli ambargoya hep karşı çıktım, sert eleştirilerde bulundum... Ülkemizde görev yapan biri bayan, üçü erkek kulüp yabancı çalıştırıcıyı tenzi ediyorum, diğer ne kadar antrenör varsa, benim arkadaşlarım her birini cebinden çıkarır... Hoş o 4 yabancı antrenörün ellerindeki rüya takımlar bizimkilerin ellerinde de eminim daha kötü derece yapmazlar ya ?...
İşte Nejat Sancak... FIVB'nin göz bebeği antrenör eğitmenimize bir akıllı kulübümüz çıktı, güvenip sarıldı, bambaşka bir ruh ve havayla işin rengi ve boyutu değişiverdi... 2. Ligde sezona tutuk girerek, başarısız çizgi çizen Karşıyaka Asrın Grup Bayan Voleybol Takımı, başa geniş yetkilerle donatıp getirdiği Nejat Sancak ile 4'te 4 ile liderlik hesapları yapmaya başladı ve gözünü 1. Lige çeviriverdi...
Geçen hafta zorlu Rota Koleji maçını 2-0 geriden gelerek kazanan Karşıyakalı kızlar daha tam hazır olmamalarına karşın bu hafta da güçlü Seramiksan'ı 3-1 devirerek büyük sükse yaptı, tek mağlubiyetle Salihli Belediyesi'nin ardından A grubunda 1. devreyi 2. sırada tamamladı...
Başta Mehmet Bedestenlioğlu, Reşat Yazıcıoğulları, Işık Menküer olmak üzere Türk voleybolunun gözde antrenörlerinin yerine, menajerlerin ve de diğer aracıların (!) dolduruşlarıyla hareket edenler utanmalılar...
Unutulmamalıdır ki, Türk Voleybolu bugünlere yabancı antrenörlerle gelmedi... Voleybolumuzun mutfağında zor şartlar altında görev yapıp, sofraya koyduklarını yabancılara yedirmeye kalkanlar, bir gün eminim yaptıkları yanlışın ve ayıbın farkına varacaklar, mahçup olacaklardır...
HEDEF : AÇIK HAVA VOLEYBOL SAHALARI...
Türk voleybolunun kaynağında, popülaritesinin halkla kucaklaşarak artması ve yayılmasında en önemli unsurlardan biri de “Voleybol Semt Açık Hava Sahaları”ydı...
1960'larda ve 70'lerde özellikle İstanbul'da Yeşilköy, Yeşilyurt, Bakırköy, Etiler Çamlık, Baltalimanı (Emirgan), Yeniköy, Beykoz, Maltepe, Altınyurt, K.Çekmece İETT, Kuzguncuk İETT, Moda Lozan Kulüp, Caddebostan Yat Kulüp başta olmak üzere birçok açık hava voleybol sahası yaz yelpazesinde ünlü voleybolcuların ve de kulüplerin vazgeçilmezi olmuşlar, bir yandan yaz sezonu değerlendirilirken, diğer taraftan da başta çocuklar ve gençler olmak üzere voleybol sevgisinin ilk tohumları atılmış, kitlelere voleybolumuz sevdirilmiştir...
Benim voleybol ile tanışmam, etkilenmem ve de voleybolculuk hayatımın başlangıçı işte bu sahalar olmuştur... Hatta Ayhan Demir, Alper Başaran ve Değer Eraybar idollerim olarak sadece voleybola adım atmamda değil, tüm voleybol kariyerimde örnek aldığım büyüklerim olmuşlardır...
Bir ara, 70'li yılların başında, Ali Sami Yen Stadı'nın caddeye bakan kale arkasına yapılan özel voleybol sahasında ünlü kız ve erkek takımlarımız lig maçlarından önce yaptıkları maçlarla büyük kitlelere voleybolun seyir zevkini aşılamıştır...
Kurucuları arasında bulunduğum, kısa adı VAD olan Voleybol Antrenörleri Derneği, 80'li yılların başında yaptığı büyük organizasyonar arasında yer alan ve zamanın Mersin Belediye Başkanı Kaya Mutlu'ya yaptırdığı 2500 kişilik, ışıklandırılmış, özel zeminli, çift sahalı voleybol tesisinde hem Bayanlar, hem de erkekler arasında yapılan Uluslarrası turnuvalarda Mersin halkı caddelere taşmıştı...
Derken o açık hava sahaları, aynen zamanın açık hava sinemaları gibi teker teker betonlaşmaya teslim oldular ve sadece birer anı olarak belleklerizde asılı kaldılar...
“Fabrika Voleybolu” gibi önceleri gerçekten bana da heyecan veren ancak araştırdığımda, “Dostlar alışverişte görsün...” özentiliğini aşamayacağına kanaat getirdiğim, verilen çabanın ve sarf edilen paranın karşılığının alınamayacağına inandığım bir projeye verilen özverinin yarısının ülke genelinde “Açık Hava Voleybol Sahaları Projesi”ne verilmesi halinde tabanda oluşacak hareketlilik ve salonlara taşacak iştah ile şu anda voleybolumuzun en büyük handikaplarından biri olan seyirci zafiyetine de ilaç olacağını adım gibi biliyorum...
Bu konuda Belediye Başkanlarının sıcak yaklaşımları olacağından, dev firmaların da sponsorluk için sıraya gireceklerinden eminim...
Benden öneri...
Federasyondakilerinin kafalarının gene pek basacağını zannetmiyorum, hele benden geldiği için konuyu ellerinin tersiyle iteceklerinden eminim am ben gene bir tecrübeli ağabey olarak düşüncemi paylaşmayı görev sayıyorum...
“Açık Hava Voleybol Sahaları Projesi” değerlendirmeye alınmalıdır...Hatta daha da ileri adımlar atılmalı, “Sokak Voleybolu” projesi eklenmeli ve geliştirilmelidir...
Bu nostaljik zenginliği büyük özlem duyarak ve de Türk voleyboluna tartışılmaz katkılarını sizlerle paylaşırken, çok sevindirici bir haber aldım...
İstanbul Voleybol Kulübü'nün A takımı sorumlusu olan Adem Aykaç kardeşim tamamen kendi çabası ile İBB'ye başvurarak, Caddebostan'daki Migros arkasında bulunan 3 basketbol sahasından birini, tartan zeminli, sadece voleybol oynanan bir mekan haline getirmeyi başarmış...
Şu anda Fabrikalarında (!) üretim yapmaya çalışan Federasyonumuzdan en ufak bir yardım talebinde bile bulunmadan, (Hoş, zaten bulunmuş olsa bir cevap alamayacağı malumdu...) bu çok özel sahayı voleybolumuzun hizmetine sunma hazırlığı yapan Adem Aykaç kardeşimi yürekten kutluyor, başta Belediyeler ve kulüpler olmak üzere tüm spor kamuoyuna örnek olarak gösteriyor, alkışlıyorum... Umarım onun açtığı yoldan yürüyenler olur ?...
HAKEMLERE BİRAZ SAYGI VE ANLAYIŞ LÜTFEN ?...
Gün olmuyor ki voleybolumuzda bir hakem şikayeti, hatta tacizi olmasın ?... Genelde, hep aynı senaryo ile karşılaşıyoruz... Yenilen takım faturasını hakemlere çıkarıyor... Hatta onları topluma hedef gösteren, linç malzemesi yaptıracak kadar ileri gidenler var ?...
İşte onlardan yalnızca biri... 14 Aralık pazar günü Bayanlar Voleybol 2. Ligi B Grubunda oynanan Bolu Belediyespor - Halkbank karşılaşmasının ardından, Bolu Belediyespor yönetiminin, gerek maç bitiminde, gerekse maçın ardından sosyal medya ve yazılı medyada, baş hakem ve yardımcı hakemlere ağır ithamlarda bulunduklarını üzülerek gördüm...
Maçın oynandığı günün akşamı Bolu Belediyespor yönetiminin sosyal medyada, Bolu ili hakemlerinden olan ve maçta yardımcı hakemlik yapan Hamit Özdamar’ı hainlikle suçladıklarını, ertesi gün ise yayınlanan bir yerel gazetede ise adı geçen hakemin fotoğraflarını yayınlatarak adeta hedef göstererek bir habere imza attıklarını okudum...
Hedef gösterilen yardımcı hakem Hamit Özdamar gibi yıllarca Bolu Belediyespor yardımcı ve baş antrenörlüğü yapmış bir voleybol emekçisine hainlik suçlamasına kadar varan, sporun erdemini kanatan çirkin taciz duyarlı sporseverler gibi beni de hayli üzdü...
Evet, ben de hakemlerimizin bugüne dek maçların kaderini değiştirecek kadar önemli stratejik hatalar yaptıklarına çok şahit oldum... Ancak sporun her kesiminde herkes hata yapmaktadır... Spor hatalar oyunudur... Bazen bir koç yanlış müdahalesiyle, çoğu kez oyuncular yaptıkları beklenmedik büyük hatalarıyla kazanmak üzere oldukları maçları rakibe kaptırmaktadırlar...
Ben bazı voleybol hakemlerimizin kapasite eksikliklerini, bazı maç atamalarında yanlışlıkları görebiliyorum, ancak kimse bana tek bir voleybol hakeminin kötü niyetinden, maç kurgusundan bahsetmesin, aldığı cevaba üzülür ?...
Bolu küçük bir şehrimiz... Böylesine hedef gösterilen bir hakemin bundan sonra rahat maç yönetebilmesi çok zordur... Hatta kendisini bu denli taciz eden, hedef gösteren kişilerle bir araya gelmesi, maçlarını yönetmesi, yani vazifesini yapması ?...
İşin tabii ki bir de hukuki boyutu söz konusu... Yarın, öbür gün, bu hakemimize doldurulmuş fanatik kişi veya kişilerce yapılacak bir saldırıya davetiye çıkarmak TCK'da ciddi bir suç teşkil etmektedir...
Herkesin aklını başına alması, sporun erdeminde yer alan “Fair Play” duygularının hoşgörüsünde önce kendisini sportif kimlik doğrultusunda kurgulaması bir vazife olarak telakki etmesi gerekir düşüncesindeyim...
HEY GİDİ GÜNLER HEY...
Geçenlerde bir duyarlı okurum bana “YETİŞTİRİCİLİĞE TEŞVİK ÖNERİM” başlıklı eski bir köşe yazımı göndererek, hatırlatmak istemiş...
Tekrar, yıllar sonra eski yetiştiricilik günlerimi hatırladım… Sadece antrenörlük değil, hayatımın en güzel ve anlamlı günleriydi… Salona sırtımda top filesi erken geldiğim, sporcularım için pas pas yaptığım, file gerdiğim anlar birer birer gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti… Gözlerimden birkaç damla gözyaşı yanaklarımdan süzüldü…
O zaman saygı vardı, sevgi vardı, birliktelik vardı… Her şeyden önemlisi paylaşım ve yardımlaşma vardı… Hey gidi günler hey... O günleri nasıl arıyorum bilemezsiniz ?... Bir güç olsa da beni o yıllara ışınlasa... Orada da bıraksa ?...
Hocaların hocası Enver Göçener’in ve Türk voleybolunun sembol isimleri Ayhan Demir, Değer Eraybar'ın, İsmail Vuran'ın yarımşar asırlık emeklerini, Alaettin Güneş ve Hilmi Tükel'in Fenerbahçe'deki, Alev Anakök’ün Galatasaray’daki, Bülent Meriç’in Saint-Joseph tabanlı Rüzgarspor ve Vinilex’teki, Tevfik Akartürk’ün Emirgan’daki, Özden Şahsuvaroğlu, Altan Gökçay, Gökhan Edman’ın Eczacıbaşı’ndaki, rahmetli Metin Bıkmaz’ın, Turan Kesim’in ve Turgay Karabulak’ın Galatasaray’daki, Jeyan Erben ve Füsun Eldaş Erben’in Bağlarbaşı ve Vinylex’teki, rahmetli Mehmet Bengü’nün Altınyurt’taki, Mustafa Elitez’in Fenerbahçe’deki, rahmetli Cemil Karahan’ın Sultantepe’deki, Orhan Utkan’ın İÜSBK ve Notre Dame De Sion’daki, Akil Örge’nin Alman Lisesi’ndeki, Adil Ok’un İÜSBK’daki, Hayrettin Nilsu'nun Şehremini'deki, Haydar Sezgin’in Profilo’daki, Selami Sargut’un Ankara TED Kolejliler’deki, Çetin Demirel’in Eskişehir Odunpazarı ve DSİ Bentspor'daki, Kazım Tokat’ın Eskişehir DSİ Bentspor’daki, Mehmet Bedestenlioğlu’nun Ankara Atatürk Lisesi’ndeki, Nejdi Yazangil ve Şahin Çakma’nın Eskişehir tabanındaki, Cezmi Büyükgüney’in Eskişehir tabanı ve Avusturya Lisesi’ndeki, Muzaffer Öğütveren'in Eskişehir Anadolu Üniversitesi'ndeki, Abdullah İmren’in Karşıyaka’daki, Nevzat Karazincir’in Adana alt yapısındaki, Ali Oktay'ın Ankara'daki, Reha Pekünlü'nün Bursa'daki, Adnan Kıstak'ın İstanbul'daki, Şükrü ve İsmail Yengil kardeşlerin İzmir'deki, Can Çavuşoğlu ve Sami Akgün’ün Altınyurt’taki, Kamil Tekdamar'ın Feriköy'deki, Emin İmen'in Bursa voleyboluna verdiği inanılmaz çabaları, emekleri ve performansları geldi birden aklıma… Buruklaştım… Zaman tünelinde bu tabloya eklenecek daha kimler var kimler... (Atladıklarım varsa lütfen beni af etsinler !...)
Bu büyük voleybol yetiştiricilerinin şimdi çoğu voleybolumuzdan uzak ve/vaya kadirşinassızlıktani vefasızlıktan, değerbilirsizlikten dolayı küskün… Bazılarını da ne yazık ki en erimli çağlarında ebediyete uğurladık ?...
Vefasızlığın tetiklediği umursamazlık kalan bu efsaneleri en çok üzen şey… Voleybol Federasyonu’muzdan bu çok özel insanları bir vesileyle bir araya getirmeleri ricasında bulunmuştum, bu önerimi yineliyorum... Çoğunu salonlara döndürmek mümkün olmasa bile hiç olmazsa gönüllerini okşamak bir vazife olsa gerek... Onların tribünlerdeki varlıklarının bile yeterli olacağına inananların başında geliyorum…
Voleybolda Yılın “EN”leri anketi dolu dizgin devam ediyor... 30 Aralık gecesine kadar sürecek olan anketime lütfen katılınız... Soruların tümüne katılmak zorunda değilsiniz... Anket sonuçları 30 aralık gecesi saat 24.00'te VOLEBOLX'te yayınlanacak...
a) Yılın en çok alkış alan voleybol olayı…
b) Yılın en çok tenkit/tepki alan voleybol olayı…
c) Yılın en başarılı voleybol bayan takımı…
d) Yılın en başarılı voleybol erkek takımı…
e) Yılın en başarılı bayan voleybolcusu…
f) Yılın en başarılı erkek voleybolcusu…
g) Yılın en başarılı voleybol bayan takımı antrenörü… h) Yılın en başarılı voleybol erkek takımı antrenörü…
i) Yılın en başarılı voleybol hakemi…
j) Yılın en başarılı voleybol gazetecisi…
k) Yılın en başarılı voleybol köşe yazarı…
l) Yılın en başarılı voleybol web sitesi… m) Voleybol Federasyonumuzun en olumlu icraatı…
n) Voleybol Federasyonumuzun en olumsuz icraatı…
o) Voleybol Federasyonunda en başarılı bulduğunuz kişi...
ö) Voleybol Federasyonunda en başarısız bulduğunuz kişi...
p) Yılın en başarılı voleybol yöneticisi...
r) Yılın en mutlu voleybol olayı...
s) Yılın en üzücü voleybol olayı...
Oylarınızı buradan, epirden@yahoo.com ve Hasan Uğur Epirden facebook adreslerinden gönderebilirsiniz... Her şık için lütfen 1 tercih yapınız ve 1 kez oy kullanınız...
Lütfen, “k” şıkkında beni oylamayınız ?...
DENİZ İZGİ : “BİR KÖPEK KADAR OLAMADIK !...”
Eğer bir köpek kadar sahip çıkabilseydik yaşadığımız topraklara bugün bu rezil anmayı yapmayacaktık...
Kokuyu alır almaz bir köpek nasıl kendi anadilinde ses verip 'Hav-Hav-Hav' havlıyorsa ve hırsızı korkutup kaçırıyorsa biz de 'Bana Dokunmayan Yılan' demeseydik...
Titrek ampulun karanlık ışığını hep birlikte perdeleri açıp 'Güneşi İçeri Alarak' kırsaydık bugün '365 Gün Ne Çabuk' geçti demeyecektik...
Şimdi önümüzde iki yol var... Önce uykudan uyanmak... Yataktan kalkmak... Yüzümüzü yıkamak... Ve bizi yüzyıllardır miskinleşriren ne kadar uyku hapı varsa çöpe atmak...
Ancak o zaman 'Hırsızlığı Yaşam Biçimi Olarak Benimseyen'lerden yaşadığımız toprakları / emeğimizi / alınterimizi / malımızı / mülkümüzü / paramızı ve geleceğimizi koruyabiliz...
'Benden Geçti' demeyin... Çocuklarınız ve onların çocukları da bu topraklarda yaşamaya devam edecek...
DENİZ İZGİ
SUDAN'DAN MEKTUP VAR...
Aynı zamanda voleybol antrenörü olan İzmirli doktor kardeşim Deniz Arslan'dan mektup aldım...
“Sevgili Hocam Uzun zamandır sizlerden uzağım, Sudan Darfur'dayım. Burada fizikler voleybol için o kadar uygun ki, yani ikinci bir Küba veya Dominik Cumhuriyeti çıkmaması için bir engel yok.
Keşe doktorluğum yanında antrenörlük de yapabilsem? Ama o dar çok hastam var ki, ne zamanım kalıyor ne de enerjim.” diyor...
Yakında daha geniş bilgiler yollayacağını ifade ediyor...
Onunladaima irtibatta olacağım ve gelişmeleri sizlerle paylaşacağım...
DENİZ ARSLAN'DAN OĞLUNA YAZDIĞI MEKTUBU OKURKEN GÖZLERİM YAŞARDI...
Deniz Arsn'ın oğluna yazdığı mektubu okurken gözlerim yaşardı... İçin için ağladım... Hayatını bu yoksul ülke insanlrına ve çocuklarına vakfeden bu örnek kardeşimi kutluyor, gönül alkışlarımı yolluyorum... Eminim sizler de öyle yapacaksınız ?... Hadi bir alkış tufanı ona... Emin olun o alkışlarınızı duyacak, daha bir güç alacaktır ?...
“Sevgili Oğlum;
Kelimeleri peltek peltek kullanarak ‘’Baba sen ne zaman evimize geliyorsun’’ diyorsun ya. Bana küsüyor ve Telefonda konuşmak istemiyorsun ya. Bende hep ‘’birkaç hasta çocuk daha var. Onları da iyileştirip geleceğim’’ diyorum ya. Seni kandırmak için değil. Sen hastalandığında yüzüme çaresizce bakışların sürekli aklımda. Sana öyle bakarken hasta çocuklar gelirdi sürekli aklıma. ‘’Allahım çocuklara hastalık verme ‘’ diye dua ederdim hep. Ama ne yazık ki hastalıklar var . Sen şanslısın güzel ve imkanları olan bir ülkedesin. Baban ‘’allahım çocuklarıma sağlık ver ‘’ diye dua eden başka bir babanın dileğini gerçekleştirmek için burada belki de.
Senin yanındayken en çok hoşuma giden şey neydi biliyor musun?. Senin elini tutup bir yerleri gezmek. Senin elini tuttuğumda dünyalar benim olurdu. Belki uzun zamandır senin elini tutamıyorum. Ama senin yerine her elini tuttuğum çocukta aklıma geliyorsun. Sana sarılamıyorum, seninle oyun oynayamıyorum ama senin yerini tutmasa da, renkleri senden birazcık koyu olsa da Burada senin bir sürü arkadaşına sarılıp oynuyorum. Biliyorum görsen kızarsın, kıskanırsın ama kızma. Buradaki çocukların senin gibi farklı oyuncakları ya da oyun bahçeleri yok. Buradaki bir çok çocuğun onların elini tutacak ve ona sarılacak annesi ve babası bile yok.
Burada olmanı onlarla körebe,yada futbol oynamanı çok isterdim. Ama istemezdim de bir taraftan. Hastalıklar var oğlum burada. Tifo var, sıtma var. Senin yaşıtın bir çok çocuk burada imkansızlıklar ve hastalıklar sebebiyle isteseler de oynayamıyorlar. Ölümü düşünmek bile istemiyorum çünkü ölüm çocuklara hiç yakışmıyor.
Hani sen bazen yemek yemek istemiyorsun ya, hani yemek seçiyorsun. Senin yaşıtlarının o senin sevmediğin yemekleri bulamıyorlar. Sana yemek yedirmek için, seni kandırmak için ne roller yaparken senin yaşıtların açlıktan zayıf düşüyorlar. Hastalanıyorlar… Buradaki anne babalarda çocukları daha çok yesin diye numara yapıyorlar. ‘’Çok yemek yemiş de tokmuş gibi’’ numara yapıyorlar. Çocuklar daha fazla yiyebilsinler diye. Onlarda hastalanıyor ve....
Bazen senin de burayı görmeni çok ve onlarla beraber sofralarına oturmanı çok istiyorum . Ama baban kıyamaz ki sana.
Umarım bir gün gelir bu mektubu okur ve beni anlarsın. Ben seni dünyadaki her şeyden daha çok seviyorum. Umarım bu süre içinde seninle beraber olamadığım, seninle oynayamadığım için ilerde bana kızmazsın. Çünkü baban senin gibi çocuklar oynayabilsin ve hastalandıklarında iyileşebilsinler diye burada.
Baban her bir çocuğu gördüğünde aklına sen geliyorsun ve o anda senin yanında olup sana sarılmak, bir an önce senin yanına gelmek için kendini zor tutuyor. Ama ilerde olurda bir gün sen buraya gelirsen ‘’Doktor Denizin oğlu gelmiş’’ diye sana sarılan insanlar olacak burada. Çünkü baban sana sarılmak için hemen gelirse babasına sarılamayacak çocuklar ya da çocuğunun büyüdüğünü göremeyen babalar olacak.
Baban Deniz Arslan”
Sözün bittiği yer derler ya.... İşte tam oradayım... Tarımar durumdayım...
Aşağıdaki fotoğrafı tüm dünya çocuklarının el ele, barış ve sevgi içerisinde birlite yaşamaları dileklerimle yayınlıyor, aranızdan müsaadelerinizle çekiliyorum...
Vakit toparlanma ve mücadeleme devam etme vakti zira ?...
Yarabbi… Yepyeni bir dünya yarat bize…
Bu karanlık, bu pis, bu çıkarcı dünya Bize göre değil, biliyorsun ?...
Barışı koy yüreğimize… İnsan olmayı… Sevmeyi koy… Aşkı çağlar boyu…
Michel Angelo’nun tablosundan kaldırıp elini, Bir daha dokun yüreğimize, parmaklarımıza…
Bu bir yakarış… Bizi yeniden yarat ?...
MERHABA BARIŞ...
HASAN UĞUR EPİRDEN
“MERHABA BARIŞ” şiirinden... 1. Körfez İşgali (1990-1991)
Bizler av köpekleriyiz...
Bazı yörelerde en çok terk edilenlerin başında geliyoruz...
Av yapmamak, sakatlanmak, yaşlanmak, hastalanmak bizler için birinci derecede terk edilmek için geçerli bir nedendir...
Genelde bir çoğumuz bir deri, bir kemik oluruz, çünkü bizlere, kilo almayalım diye fazla mama vermezler...
Çoğu kezde üretip yavrularımızı satarlar... Çoğumuz narin ve hassas oluruz, barınak hayatına dayanamayıp ölürüz...
HAYDOS bakım evinde yaşayan av köpeği sayısını bilmiyoruz...
Çoğumuz, zayıf, yaralı, hasta veya terk edildiği için depresyonda...
Bildiğimiz tek şey, bundan sonra kimsenin bizleri sahiplenmeyeceği...
Bundan sonraki hayatımız burada geçecek..
Gündemin yoğunluğu ve de yer darlığı nedeniyle gene bazı haberler haftaya kaldı, bazıları da kaynadı, güme gitti...
Çok yakında bu sütunlardan “VOLEYBOLUMUZDA 2014”ün çok önemli, menfi / müspet iz bırakan olaylarını notlarımla paylaşacağım...
İleriye koşar, basamakları tırmanmaya çalışırken tüm olup bitenleri hatırlamakta yarar olduğunu düşünüyorum...